Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Mülkiyetin Unutulan Hafızası
Osmanlı döneminde taşınmazlara ilişkin mülkiyet sistemi, şer’i hukukla iç içe geçmiş, vakıf senetleri, tahrir defterleri, tapu tahrirleri, temliknameler ve mahkeme kayıtlarıyla güçlü bir yazılı zemine oturmuştu. Her vakıf, her arazi, her mülk yazılıydı ve halk bu düzeni dini ve sosyal bir sorumluluk olarak içselleştirmişti.
Ancak Cumhuriyet döneminde, özellikle 1926 sonrası, bu sistem topyekûn dışlandı. Osmanlı’dan gelen tapular, vakıfnameler, şer’iye sicilleri, mahkeme kararları yok sayıldı. Batı’ya uyum adına çıkarılan yeni yasalarla kadastro süreci başlatıldı ve bu yeni düzende:
-
- Ne Osmanlı tapuları geçerli sayıldı,
- Ne vakıf malları korundu,
- Ne de zilyetlik hakkı bilinçli şekilde sahiplerine teslim edildi. Bugün yüz yıl geçmesine rağmen, bu uygulamaların doğurduğu adaletsizlik ve çözümsüzlük hâlâ sürmektedir.
Tarihî Gerçek
Kadastro(Tapulama) Bir Adalet Dağıtımı mıydı?
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren uygulamaya konulan kadastro(Tapulama) çalışmaları, görünüşte mülkiyetin tespiti ve güvence altına alınması amacıyla yürütüldü. Ancak gerçek tablo böyle olmadı. Bu çalışmalar büyük ölçüde:
-
- Okuryazar olmayan bir halk kitlesi,
- Hukuk bilgisi olmayan kadastro teknisyenleri,
- Vakıf, miras ve zilyetlik gibi kavramlarda habersiz köylüler,
arasında yapıldı. Bu nedenle çok sayıda taşınmaz:
- Hazine adına yazıldı,
- Vakıf malları sahipsiz sayıldı,
- Ekip biçen hak sahipleri yerine, tapu başka şahıslar adına tescil edildi.
Sonuç: Bugün dahi binlerce kişi, dedelerinden kalan tarlayı kullanmasına rağmen tapuda hak sahibi değil.
Örnek 1: Vakıf Mallarının Kaybı
Osmanlı döneminde kurulmuş vakıfların çok sayıda taşınmazı, 1926’dan sonra tasfiye sürecine alındı. "Şer’iye Sicilleri" kabul edilmedi, Vakfiye kayıtları geçersiz sayıldı. Kadastro(Tapulama) yapılırken vakıf malları:
- Ya Hazine adına,
- Ya da yerel nüfuzlu şahıslar adına,
kaydedildi. Bugün bu malların bir kısmı hâlâ oteller, marketler, apartmanlar olarak özel kişilerde bulunuyor. Oysa bu mülkler, vakıf senedine göre kamuya, halka, yoksullara aitti.
Örnek Belge: 884 Hicrî tarihli bir vakfiye belgesinde "Şeyh Kara Mustafa’nın kurduğu vakıf, cami hizmeti ve yoksulların doyurulması amacıyla tarlalar tahsis etmiştir." Bu tarlaların bugün üçüncü şahıslar üzerinde olması, doğrudan vakıf hukukunun ihlali anlamına gelir.
Örnek 2: Zilyetlik Yoluyla Kullanılan Arazilerin Haksız Tescili
Bir köyde 50 yıldır dedesinden beri ektiği tarlayı kullanan bir vatandaş düşünelim. Kadastro bu tarlayı başka biri adına tescil etmiş. Vatandaş ise okuma yazma bilmiyor, kadastro nedir bilmeden geçip gitmiş. Şimdi torunu dava açıyor. Ancak mahkeme diyor ki:
“Kadastro 1974’te yapılmış. 10 yıl içinde dava açmadınız. Hak düşürücü süre geçti.”
Peki ama 1974’te kim hak arayabilecek durumdaydı? Mahkeme doğru mu? Kanunen evet, ama vicdanen hayır.
Yargıtay Kararı (1. HD 2021/1385): "Kadastrodan 47 yıl sonra açılan davanın, hak düşürücü süre sebebiyle reddi gerekir." Bu karar, geçmişte yapılan hataların telafisini engelleyen sistemin nasıl çalıştığını göstermektedir.
Örnek 3: 10 Kere El Değiştirmiş Taşınmaz ve Bugünkü Malik
Tapuda haksız tescil yapılmış bir taşınmaz zamanla satıla satıla 10 kişiye geçmiş. Şu andaki malik bedel ödemiş, tapuya güvenmiş, haklı olduğunu sanıyor. Ancak ilk kayıt haksızsa, bugünkü sahibi de aslında bir haksızlık mirasçısı oluyor. Adalet sağlanırsa onun tapusu silinecek. Peki o ne olacak? Bu da yeni bir mağduriyet.
TMK m.1023: “Tapu siciline güvenerek mülkiyet kazanan kişi iyi niyetliyse korunur.” Ancak bu madde de geçmişin adaletsizliğini düzeltmeye yetmiyor.
Sonuç: Sistem Ne Adaleti Ne Güveni Tam Sağlayabiliyor
Bugünkü tapu sistemi:
- Geçmişin haksızlıklarını görmezden geliyor,
- Mevcut maliklerin tapuya olan güvenini de koruyamıyor,
- Ne gerçek hak sahibini memnun ediyor ne de bugünkü maliklere tam koruma sunuyor.
Eğer Osmanlı döneminde tutulmuş belgeler – vakfiyeler, temliknameler, şer’i siciller – esas alınsaydı ve yeni sistem bunları yok saymak yerine altlık olarak kullansaydı, bugün yaşanan hak kayıplarının büyük bölümü hiç yaşanmazdı. Batı’ya benzemek uğruna tarihî hafızamız, mülkiyet düzenimiz, adalet geleneğimiz yok edilmiştir.
Çözüm Ne Olmalı?
- Devlet geçmişe dönük hak araştırması yapmalı. Özellikle vakıf, miras ve zilyetlik kaynaklı mağduriyetler için özel komisyonlar kurulmalı.
- İyi niyetli bugünkü malik korunmalı ama eski hak sahiplerine de tazminat veya iade hakkı verilmeli.
- Kadastro Kanunu yeniden yazılmalı. 3402 sayılı Kanun, “mülkiyet” gibi kutsal bir hakkı sadece 10 yıl gibi bir sürede yok sayamaz.
- Osmanlı dönemi kayıtları geçerli belge kabul edilmeli. Mahkemelerde delil olarak dikkate alınmalı, arşivlere erişim kolaylaştırılmalı.
- Vakfiyelere özel yasal statü tanınmalı. Kamu malı niteliği taşıyan vakıf taşınmazları iade edilmeli veya kamulaştırma benzeri bir düzenlemeyle değerlendirilmelidir.
Sonuç ve Yapıcı Çağrı
Bu yazıda dile getirilen sorunlar, sadece geçmişe dönük bir eleştiri değil; aynı zamanda geleceğe yönelik yapıcı bir çağrıdır. Mülkiyet sistemi, halkın güvenini, geçmişin mirasını ve hukuk düzeninin vicdanını birlikte korumak zorundadır.
Bu doğrultuda:
- Osmanlı'dan miras kalan vakfiye, temlikname ve şer’i siciller, modern hukuk sisteminde geçerli delil sayılmalı;
- Kadastro(Tapulama) sistemi, hem mülkiyet hakkını hem de tarihî hak sahipliğini gözeten yeni bir anlayışla güncellenmelidir;
- Mevcut maliklerin mağdur edilmediği, ancak geçmişin gerçek sahiplerinin de unutulmadığı bir onarım süreci başlatılmalıdır.
Toplumsal barış ve adaletin sağlanması adına bu konuların yeniden ele alınması, hem tarihî bir sorumluluk hem de hukukun gelişimi açısından zorunludur. Adalet duygusu, sadece mahkeme kararlarıyla değil, toplumsal vicdanla da inşa edilir.
Gelin, birlikte adaletli ve güven veren bir tapu düzeni için çalışalım.