Ortadoğu alev alev yanar ve üçüncü dünya savaşının ayak sesleri duyulurken Cahit Sıtkı Tarancı’nın;
Ne atom bombası,
Ne Londra Konferansı;
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!
Dizelerinde dile getirdiği umursamazlıkla İBB’deki büyük vurgunu örtbas etmekten başka hiçbir şeyi düşünmeyen CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İmamoğlu'nun aracılar aracı ile ikna ettiği eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmesi ile ilgili olarak; "Parti içi dayanışmayı artıracak her türlü görüşme, olumlu görüşmedir. Ekrem Başkan’ın altını çizdiği de o görüşmeden bir gün sonra da sosyal medyada bir sürü yalanlar üretilmişti. Böyle efendim Ekrem Başkan demiş ki, ‘Mitingler zayıf oluyor, siz de katılsanız’ falan. Bugün gazeteci arkadaşlar sordular Ekrem Bey’e, ‘Mitingler nasıl’ diye. ‘Muhteşem’ dedi, mitinglerden memnuniyetini söyledi. Dedi ki, ‘O gece söylenen, o trollerin yazdığı her şey yalan. Doğru olan, eski genel başkanımızın yapması gereken bir şey var. O kurultayı yapan kişi kendisi, çünkü partinin o anki iktidarı o. Talebiyle yöneten kişi de benim. Benden talep etti. Ben o kurultayda şaibe görmedim. Siz gördünüz mü.' Genel başkan da demiş, ‘Olur mu, ben video çektim. Kurultayın tertemiz olduğunu kimsenin lekeleyemeyeceğini’ söyledim. Ekrem Bey de bundan büyük memnuniyet duymuş. Bunu herkes bir daha duysun istiyor Ekrem Bey. Çünkü ‘Ben burada televizyonlarda partimin böyle haksızca tartıştırılmasına önceki Genel Başkanımızın böyle eleştirilmesine, işte 'niye bir şey demiyor' sözleriyle şaibeli kurultayla ilgili karar duruşması öncesinde İmamoğlu ile Kılıçdaroğlu arasında bir uzlaşma/mutabakat yapıldığı algısı oluşturmaya çalıştıysa da açıklamaları Kılıçdaroğlu’nun avukatı Celal Çelik tarafından yalanlandı.
Avukat Celal Çelik Gazeteci Barış Yarkadaş'a yaptığı; "Özgür Özel’in, Ekrem İmamoğlu ile yaptığı görüşmenin ardından, kamuoyunu yönlendirme amacı taşıyan, gerçekle bağdaşmayan ve Sayın Kılıçdaroğlu’na atfedilen bir konuşmayı dile getirmesi, ne etik açıdan ne de siyasi sorumluluk bakımından kabul edilebilir bir tutum değildir. Genel Başkan unvanını taşıyan bir siyasetçiye, teyide muhtaç söylemlerle kamuoyunu yanıltan bir tavır yakışmamaktadır. Kurultay temiz mi değil mi bilemeyiz. Kurultayın temiz ya da şaibeli olup olmadığını bugün için kesin olarak bilmemiz mümkün değildir. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu süreçle hiçbir ilgisi ve dahli yoktur. Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu kısa süre önce yaptığı X paylaşımında da açıkça belirttiği üzere kurultay davası ile ilgili herhangi bir bilgiye sahip olması ve bu sürece dahli söz konusu değildir.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kamuoyunda şaibeli kurultay şeklindeki söylemlerinden duyduğu rahatsızlığı bizzat bir televizyon programında açıkça dile getirmiş; her türlü saldırı karşısında partisine sahip çıkan bir duruş sergilemiştir. Nitekim 38. Kurultayın hemen ardından yayımladığı videoda da CHP delegelerinin böyle bir şaibenin parçası olacağına hiç bir şekilde ihtimal vermediğini ve partisini bu tür ithamlarla yıprattırmayacağını güçlü ifadelerle vurgulamıştır. Bu gerçekler ortada iken Sayın Özgür Özel’in Sayın Ekrem İmamoğlu yaptığı görüşmenin ardından kamuoyunu yönlendirme amacı taşıyan gerçekle bağdaşmayan ve Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na atfedilen bir görüşmeyi dile getirmesi ne etik açıdan ne de siyasi sorumluluk bakımından kabul edilebilir bir tutum değildir.” açıklamasıyla Özgür Özel’in iddialarının gerçeği yansıtmadığını söyledi.
Özgür Özel’in; "Ekrem Başkan, yaptığımız görüşmede bunun bir hadsizlik olduğunu ve o ifadeleri bizzat Kemal Bey'in kendisinin söylediğiyle ilgili bir not yolladı." açıklamasına karşılık Avukatı Celal Çelik, sosyal medya hesabı üzerinden isim vermeden Özel’e cevaben vererek şunları yazdı:
1-) Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’na hakaret eden kişinin Yüksek Disiplin Kurulu Başkanı yapılmasında,
2-) Sayın Genel Başkanımıza her fırsatta hakaret eden belediye başkanlarının ve siyasilerin cezalandırılması yerine affedilmesinde,
3-) Sayın Genel Başkanımıza hakaret ve küfür etmeleri için sosyal medyada trol çeteleri kurulmasında, youtuberların ve sözüm ona akademisyenlerin motive edilmesinde,
4-) Söylenmeyen sözlerin söylenmiş gibi gösterilmesinde, sorun görmeyip, doğruları cesaretle açıklanmasında sorun görülmesi anlaşılır değildir…
Sayın Genel Başkanımız; suikastlerin, linçlerin ve ölüm tehditlerinin tam ortasında hak ve halk için siyaset yapan bir liderdir.
Bizler onun öğrencileriyiz , doğruyu söylemekten vazgeçmez, tehditlere boyun eğmez, partililiğimizi de sorgulatmayız….”
Bu kez Özgür Özel aldı sazı eline ve Celal Çelik’e cevaben şunları söyledi;
“O yalanlamayı Ekrem Başkan dün kendi avukat arkadaşlarıyla görüşmüş, onlar da bu yalanlamayı yalanladı. Ekrem Başkan ‘Bizzat Kemal Bey bana bunu söyledi’ diyor. Kemal Bey’den de bu konuda bir açıklama gelecek diye Ekrem Bey umuyor. Öyle bir Kemal Bey’e de not yollamış. O avukat arkadaşın benimle ilgili kullandığı ifadeler büyük bir hadsizlik de Allah’tan Ekrem Başkan’la yaptığımız görüşmeden sonra Ekrem Başkan dün o hadsizliğe karşı bunun bir hadsizlik olduğunu ve bizzat Kemal Bey’in bu ifadeleri kendisine söylediğiyle ilgili bir notu hem açıklasın diye iki arkadaşına yollamış ve iki arkadaşımız onu açıkladı. Onun dışında benim söyleyecek bir şeyim yok. Bir tek o ifadeler yönünden o avukat hala partili miymiş ona bakacağız.”
Son derece berbat bir Türkçe ile yapılmış açıklamalar okurken sıkıldınız değil mi? Dünya yanıyor bizim ana muhalefet nelerle uğraşıyor?
Şimdi kısaca bir düz mantık yürütelim.
Kurultayın şaibeli olduğu iddiasıyla yargıya başvuranlar, müştekiler ve tanıkların hepsi CHP’li ve Kılıçdaroğlu’nun ekibinden.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun yüzüne tükürüleceğini söyleyen, onu ve torununu ölümle tehdit eden troller, siyasiler ve haraçhane bülbülleri kimin hesabına çalışıyor?
İmamoğlu/Özel ikilisinin.
Bu durumda; “aday olmama kararımın nedeni, 'aday olursan yüzüne tükürürler' diyen siyasetçilerin tehditleri değildir, çünkü çalanların yüzüne tükürülür ve ben çalmadım. Aday olmama kararımın nedeni, 'aday olursan taşlarlar' söylemi ile organize edilmiş linç kampanyalarından korktuğum için değildir. Çünkü yürüdüğüm yolda ölüm dâhil hiçbir korkuya yer vermedim, korkmam” diyerek adrese teslim net ve sert bir açıklama yapan Kılıçdaroğlu sizce “ben video çektim. Kurultayın tertemizdir, kimse lekeleyemez” demiş olabilir mi?
DEZENFORMASYONLA BÖYLE Mİ MÜCADELE EDİLECEK?
İran İsrail savaşı başladıktan sonra bazı sosyal medya hesaplarından İran sınırından Türkiye’ye çok sayıda insanın giriş olduğu iddiasıyla bir takım görseller paylaşıldı.
Dezenformasyonla Mücadele Merkezi bu iddianın gerçek dışı ve görüntülerin de geçmiş tarihli başka ülkelerdeki olaylara ait olduğunu açıkladı.
Bu yalandan istedikleri verimi alamayan hainler, sorgusuz sualsiz inanan toksik sosyolojiye güvenerek bu defa "İsrail sivil uçak filosunun bir kısmının Türkiye'de konuşlandırıldığı” yalanını yaydılar. Amaçları Türkiye’nin İsrail’e destek verdiği algısıyla halkı tahrik etmekti.
Dezenformasyonla Mücadele Merkezi’nden yapılan açıklamada; bazı sosyal medya mecralarında yer alan "İsrail sivil uçak filosunun bir kısmının Türkiye'de konuşlandırıldığı" yönündeki iddiaların tamamen gerçek dışı olduğu, Türkiye ile İsrail arasında sivil, askeri, herhangi bir havacılık faaliyeti olmadığı vurgulanarak; "Havalimanlarımızda ve hangarlarımızda herhangi bir İsrail uçağı da bulunmadığı: Türkiye, İsrail'in Filistinlilere yönelik başlattığı insanlık dışı vahşi saldırılardan sonra bu ülke ile olan tüm uçuşlarını ve havacılık faaliyetlerini nihayete erdirdiği, Türk hava sahasının İsrailli yetkililer tarafından kullanılmasına dahi izin verilmediği belirtilerek yalan deşifre edildi.
Bu yalanın hemen ardından sürüme sokulan “İsrail savaş uçakları Türkiye hava sahasını ihlal etti" yalanı da MSB tarafından yalanlanarak “İsrail uçaklarının saldırının ilk günü Türk hava sahasını ihlal ettiği yönündeki bilgiler doğru değildir. Saldırının başladığı ilk andan itibaren hava sahamıza yönelik her türlü hareketlilik dikkatle takip edilmiştir. Alarm reaksiyon uçaklarımız kalkış yapmış, sınırlarımız dâhilinde hava devriye görevleri icra edilmiştir" açıklaması yapıldı.
Fetöcü hesaplardan paylaşılan ”İran'ı vuran İsrail uçaklarının İncirlik Üssünden Kalktığı” yalanı ise ABD/İsrail’in gayri meşru bebelerinin bu ülkeye yapmak istedikleri kötülüklerin sınırı olmadığını gösterdi.
DMM, tarafından yapılan açıklamada, FETÖ propaganda hesapları tarafından servis edilen ”İran'ı vuran İsrail uçaklarının İncirlik Üssünden Kalktığı” şeklindeki iddianın tamamen hayal ürünü olduğu, İsrail'in, Türkiye’de İncirlik Hava Üssünde ve herhangi bir sivil-askeri havalimanında konuşlanmış herhangi bir uçağı bulunmadığı, FETÖ üyelerinin tek amacı, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve kurumlarını yıpratmak olduğu ifade edildi.
Bir yandan İsrail’i Güneyde sevdikleri bir ülke olarak tanımlayıp hizmette kusur etmezlerken diğer yandan İsrail’i vuran uçakların İncirlik’ten kalktığı yalanını üfürerek halkı kışkırtmaya çalışan ruhlarını satmış beslemelere şaşırmıyoruz ama fikir ve ifade özgürlüğü adı altında yalan ve iftiranın pervasızca sergilenmesine aracılık eden sosyal medya platformlarına caydırıcı yaptırımlar uygulanmamasını anlayamıyoruz.
Ne zaman ülkemiz bir doğal afet ya da bir sorunla karşılaşsa vatan haini troller ordusu sahte hesaplardan halkı korku ve paniğe sevk edecek yalanlar paylaşıyor.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi her gün onlarca yalanı deşifre ediyor ama kaos tüccarları bıkıp usanmadan yalan söylemeye devam ediyorlar.
13 Ekim 2022 tarihinde yürürlüğe giren 7418 sayılı Kanunla Türk Ceza Kanunu’na eklenen 217/A maddesi ile “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu ceza hukukumuzda yeni bir suç tipi olarak tanımlandı ve bu düzenleme, kamuoyunda “dezenformasyonla mücadele yasası” olarak anıldı.
Madde hükmüne göre; halk arasında endişe, korku veya panik yaratma saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ya da genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Suçun failinin kimliğini gizleyerek hareket etmesi ya da bir örgütün faaliyeti çerçevesinde suçu işlemesi hâlinde ceza yarı oranında artırılacaktır.
Ayrıca, Türk Ceza Kanunu’nun 218. maddesi uyarınca bu suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde verilecek ceza yarı oranına kadar artırılmıştır.
Bu düzenlemenin amacı, özellikle sosyal medya ve dijital platformlarda yayılan bilgi kirliliğini önlemek, kamu barışını ve düzenini korumak olarak ifade edilse de uygulamada bunun gerçekleştiğini söylemek mümkün değildir.
Kendilerini özgürlüklerin savunucu olarak gören sosyal medya platformlarına ne yazık ki dokunulamamaktadır.
Anayasa Mahkemesi henüz bu hükme ilişkin bir iptal kararı vermediği gibi Yargıtay içtihadına yansımış emsal bir karar da bulunmadığı halde yerel mahkemelerde verilmen kararların caydırıcı olmadığını fütursuzca paylaşılan yalanlardan görebiliyoruz.
Özgür Özel, Engin Altay ve Engin Özkoç ile birlikte 132 TBMM üyesi tarafından TCK’na eklenen 217-A maddesinin yürürlüğünün durdurulması ve iptali istemi ile yapılan başvuru ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi tarafından alınarak 23 Şubat 2024 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 08.11.2023 gün ve 2022/129 E. ve 2023/189 K. sayılı kararla; Türk Ceza Kanunu’na 13 Ekim 2022 tarihinde eklenen 217/A maddesinin – yani “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunun – Anayasa’ya aykırı olmadığı yönünde hüküm vermiştir. Anayasa Mahkemesi kararında, bu düzenlemenin kamu barışını koruma amacı taşıdığını, yalnızca halk arasında “endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle” yapılan aleni eylemleri hedeflediğini ve bu yönüyle orantılı bir müdahale teşkil ettiğini belirtmiştir. Mahkeme, bu tür bilgilerin kamu düzenine zarar verme potansiyelini dikkate alarak, devletin koruma yükümlülüğünün bulunduğunu vurgulamıştır.
İfade ve düşünce özgürlüğü konularında sınırları zorlayıcı nitelikte kararlar veren Anayasa Mahkemesinin bile Anayasaya aykırı olmadığını vurguladığı “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunu pervasızca işleyenler ve bu suçun işlenmesine zemin hazırlayanlar hakkında ne yazık ki caydırıcı bir ceza verildiğine tanık olmadık.
Özellikle terör saldırıları, deprem, orman yangınları ve sel felaketleri dönemlerinde halkı galeyana getirerek kaos oluşturmayı amaçlayan yalancılarla ilgili olarak ta doğru dürüst bir ceza verilmediği gibi, “help Türkiye” çağrısıyla doğrudan dış müdahaleyi amaçlayan hainlere bile kamu vicdanını tatmin eden bir ceza verilmedi.
Vatan hainliği özgürlük olmadığı gibi yalan da ifade ve düşünce değildir. Bu nedenle yasada belirtilen maksimum üç yıllık ceza ile caydırıcılık sağlanmaz.
Özellikle sosyal medya platformlarında “endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle” pervasızca yalan haberler yapılmasının önlenmesi için ceza sürelerinin arttırılması zorunludur..
Her kim halk arasında endişe ve korku yaratmak ve kaos oluşturmak amacıyla yalan haber yazıyor ve paylaşıyor, sosyal medya platformları da bu yalanların yayılmasını sağlıyorsa eşit sorumlulukla aynı cezaya çarptırılmalıdırlar.
İhanete kayıtsız kalmanın ya da ihaneti affetmenin nelere mal olduğu İran’da anlaşıldı ama iş işten geçti.
Biraz gevşek davranırsak ihanet şebekesinin bitleri kanlanan beslemelerinin yapamayacakları kötülük olmadığını 15 Temmuz’da görmedik mi?
Her şey bu kadar aleni iken yalanı söyleyen, paylaşan ve yayılmasını sağlayan sosyal medya platformlarına çok daha ağır yaptırımlar uygulanması içir daha neyi bekliyoruz ?