Son iki yıldır İsrail’in giderek artan saldırgan/soykırımcı politikalarına ve hiçbir kural tanımayan uygulamalarına bakıldığında amacının sadece Filistinlileri topraklarından çıkartmak olmadığı açıkça görülür.
Açıkça görülür derken gönülleri mühürlü yerli mallarından bahsetmiyorum.
Filistin Arapların meselesidir diyerek “yüzyılın soykırımına” kayıtsız kalanların bu gerçeği görmeleri mümkün değil ve zaten görmek gibi bir niyetleri de yoktur.
Tek başına bir hiç olan İsrail; ABD’nin kayıtsız şartsız desteği sayesinde Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in ifadesiyle ABD ve AB’nin her türlü pis işlerini yapabilecek aşağılık bir terör devletidir.
1948 yılında Filistin’i işgal ederek yerel halkı topraklarından eden İsrail 77 yıllık bu işgal/gasp politikası sayesinde Filistin topraklarının yüzde seksenbeşini ele geçirdi.
Son iki yıldır da kalan yüzde onbeşi gasp etmek için her türlü şiddeti, vahşeti ve soykırımı pervasızca uygulamaktan çekinmiyor.
Senaryonun sonunda kendisine biat eden Arap devletleri(!) tarafından yönetilmesine izin verilen ancak Filistinlilerin olmadığı bir Gazze tasarlanıyor.
İsrail bu hain planın gerçekleşmesi için ABD ve AB kadar; kızları Trump’ın şerefine(!) saçlarını coşkuyla sallayarak dans eden Arap ülkelerine güveniyor.
Adım adım yürürlüğe konulan bu şeytani plan doğrultusunda 7 Ekim’den sonra Gazze’yi yerle bir ettikten sonra Hizbullah’ı bahane ederek Lübnan’a saldıran İsrail; Hamas, Hizbullah ve İran’ın önemli isimlerine suikastlar yaptı. Suriye’nin askeri varlığını yok etti ve nihayet nükleer kapasitesini risk olarak gördüğü İran’a saldırdı.
Her ne kadar İran’dan beklemediği bir karşılık aldıysa da içerideki işbirlikçilerin desteğiyle aralarında nükleer bilim adamları ve askeri yetkililerinin de bulunduğu otuza yakın önemli ismi ortadan kaldırarak İran’a telafisi mümkün olmayan bir darbe vurdu.
Esed’in devrilmesinden sonra oluşan boşluktan faydalanarak kontrolünde olan Dürzileri rejime başkaldırmaya teşvik etti sonra da onların güvenliklerini sağlamak bahanesiyle ABD ve AB tarafından da tanınan (nasıl tanımaksa) meşru hükümeti ve Cumhurbaşkanı Ahmet Şara’yı hedef alarak (Fatih Erbakan Şara’nın İsrail’in adamı olduğunu söylüyordu. Ona göre bu saldırılar danışıklı dövüş mü oluyor?) Suriye’ye yönelik saldırılarını arttırdı. Bir yandan saldırırken bir yandan da işgal ettiği alanlara yenilerini ekledi.
Terör örgütünün kendisini feshetmesi ve silah bırakacağını ilan etmesinden sonra İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırgan bir tavır takınması ve provoke ettiği Dürzilerin bağımsızlık beklentisiyle hükümet güçleri ile çatışmaya girmeleri asla tesadüf değildir.
İsrail yönetiminden çok memnun olduğu Esed Sayesinde taşeron olarak kullandığı ve devlet vaadinde bulunduğu terör örgütü aracılığı ile alanı kontrol ediyordu. Ancak Esed’in devrilmesi ve ardından PKK’nın kendisini feshetme kararı sonrasında yıllardır uyguladığı havuç politikası sonuçsuz kalınca bu kez devreye Dürziler ve silah bırakmamakta direnen PKK’nın Suriye kolu YPG alındı.
İşte bu nedenle YPG’nin silah bırakmamakta daha ne kadar direneceğini bilmiyoruz ama terör sorununu bitirmekte kararlı olan devletin sabrını sonsuz olmadığını B,C planlarının hazır olduğunu tahmin edebiliyoruz.
Amacı dörde bölünmüş güçsüz, savunmasız ve istikrarsız bir Suriye olan İsrail’in bu saldırgan politikalarının kaçınılmaz sonucu Türkiye ile sınırdaş olmaktır.
Suriyeli araştırmacı Amar el-İsevi, “Dürziler İsrail için basit bir aparat. Hedef Fırat’a inmek. İsrail’i Golan’dan Fırat’a indirecek Davut Koridoru için zemin hazırlanıyor. Netanyahu’nun açıkça ilan ettiği projeye start verildi ve kanlı koridor aleniyet kazandı. Süveyda’daki Dürzilerin hedefi Kubeytra ve Dera kırsalına ilerleyerek İsrail işgal ordusuyla birleşmek. Sonrasında Lazkiye’yi ayaklandıracaklar. Finalde de YPG’yi kullanarak Haseke-Dera bağlantısını kuracaklar. Bu sebeple bütün Suriye’yi Gazze’ye çevirmekte beis görmüyorlar” dedi.
Bu arada bir hareketlilik de kuzeyde yaşandı. PKK-YPG, Haseke’den Süveyda’ya insanî koridor açacaklarını duyurdu. Sözde yardım hattı, İsrail’in Davut Koridoru’nun kopyası.
Amar el-İsevi “İsrail, Dürziler için garantörlük yalanı ile adım adım bölgeyi işgale hazırlanıyor. Bu işgalin önü alınmazsa İsrail Hatay, Haseke ve Rakka sınırından Türkiye’ye komşu olacak. Dürzistan ve İsrail Kürdistan kurularak” sözleriyle Türkiye ile İsrail’in sınır komşusu olacaklarını ifade ediyor.
Hedefleri Arzu Mev’ud ve Davut koridorunu açmak olan İsrail’in yayılmacı ve soykırımcı politikalarının önündeki tek engel güçlü Türkiye’dir.
İsrail Türkiye ile bir sıcak çatışmayı göze alabilir mi? bilmiyoruz.
Milli Savunma Üniversitesi Kurmay Subaylar Mezuniyet töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Geçmişteki siper savaşlarının yerini günümüzde siber savaşlar almış durumda” diyerek her durumda hazır olduğumuz mesajını verdi.
İsrail medyasında yer alan haberlerde sık sık Türkiye’nin savunma sanayiindeki başarısından, askeri gücünden, küresel/bölgesel düzeyde artan diplomatik ve stratejik ağırlığından bahsedilmesi karşı karşıya gelmenin beklendiğini gösteriyor.
İsrail’in en çok satan gazetelerinden Yedioth Ahronoth’da yayınlanan bir değerlendirme yazısında; İsrail’in hedeflerinin önündeki tek engelin Türkiye olduğu, iki devlet arasında soğuk savaş olduğu ve çeşitli alanlarda mücadele yapıldığı vurgulanarak, gelişmelerin Türkiye’nin lehine olduğu; “Bölgede geniş bir vekil güç ağına sahip olan İran, Ankara’yı diplomatik bataklığa sürükleyen Esed rejimi, İsrail’in kuzey sınırında kök salmış Hizbullah terör Örgütü ve PKK artık Türkiye için engel değil” ifadeleriyle dile getiriliyor.
Bugünkü tabloyu aylar öncesinden gören devlet aklının “iç cephenin güçlendirilmesi” söylemlerinin ne kadar isabetli olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Terör örgütünün kendisini feshetmesini ve silahların bırakılmasını (bırakmaz iseler bırakmaya mecbur edilirler) bu nedenle önemli buluyoruz.
DEM Parti İmralı Heyeti Üyesi Pervin Buldan ve avukat Özgür Erol’un, 21 Nisan 2025’te İmralı’da Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmeden sonra hazırlanan ve bir bölümü Lozan Kürt Enstitüsü Başkanı Necat Zanyar tarafından sosyal medyada paylaşılan notlardan örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın da İsrail ile ilgili olarak benzer tespitleri yaptığı görülüyor.
Öcalan’a göre; ABD ve İsrail, İsrail’i Ortadoğu’da hegemon güç yapmak istiyor. Beş aşamalı stratejinin üç aşaması bitti, İran ve Türkiye aşaması kaldı. İsrail Kürtleri yanına almak istiyor. Bunun için de tek derdi Öcalan’ı ortadan kaldırmak. İsrail el altından 30 yıldır bize devlet vaadinde bulunuyor ikinci İsrail diyorlar ya, var zaten. Benimki değil, senin desteklediklerindir ikinci İsrail. Post-İsrail yani. Nedir? İsrail’i Ortadoğu’da stratejiyi kuran hegemon güç olarak inşa etmek istiyorlar. Netanyahu-Trump gidiş gelişleri bunun içindir. Beş aşamalı bir stratejidir. İlk üç aşama olarak Gazze, Lübnan, Suriye bitti. Geriye iki aşama, İran ve Türkiye kaldı. Bu stratejinin olmazsa olmazı Kürtlerdir. Bu ilişkiyi İsrail nasıl ele geçiriyor, nasıl kullanmak istiyor? Şu an İsrail’in tek derdi beni ortadan kaldırmak. Kandil’in aklı yerinde değil ki bunu engelleyebilsin. Yerleşim itibariyle böyledir, Kandil İran’ın, SDG ise İsrail’in etkisindedir. Bunu ancak ben engelleyebilirim.”
Türkiye büyük bir demokratizasyon sürecine giriyor. Ancak çocuk olan bunu anlamaz. Stratejik üstünlük Türkiye’ye geçiyor. Stratejik üstünlüğü İsrail’e verelim mi, ne diyecek bu lafazan kalemşörler? Kürt gerçekliği kimle ilişki kurarsa, İsrail’le, İran’la, stratejik üstünlük ona geçer. Ülkemiz Türkiye diyoruz, burayla hareket ediyoruz, e sen niye karşı çıkıyorsun? Ortadoğu’da sana stratejik üstünlük geliyor. Bunu hegemonya anlamında söylemiyorum, moral değerler açısından söylüyorum.”
(İsrail’in etkisinde olduğunu söylediği SDG’yi (yani YPG’yi) ancak kendisinin engelleyebileceğini söyleyen Öcalan Suriye yönetimi ile yaptıkları anlaşmaya rağmen silah bırakmamakta direnen ve İsrail’e taşeronluk yapmaya hasır YPG’yi neden engelleyemiyor ya da neyi bekliyor?)
Tablo son derece net. Gazze, Lübnan, Suriye ve İran operasyonları tamamlandı, geriye Türkiye kaldı.
Bu gerçeği görmezden gelerek ucuz siyasi hesaplarla kin ve nefreti körükleyerek iç cepheyi zaafiyete düşürmek isteyenler İsrail’in ekmeğine yağ sürmektedirler.
Böylesine kritik bir dönemde herkesin ağzından çıkanı kulağının duymasında fayda varken Özgür Özel’in katıldığı bir canlı yayında kullandığı; “Erdoğan belli bir yaşa gelmiş, muhakeme yeteneğini kaybetmiş, hırsından gözü dönmüş, muhaliflerini hapse atacak kadar şuurunu kaybetmiş, demokrasiden nasibini almamış birine dönüşmüş durumdadır yani” sözleri bir muhalefet liderine yakışmayacak kadar seviyesizdir.
Bir eczacının hekimliğe soyunarak teşhis koymaya kalktığını göstermesi açısından da gerçekten ibretliktir.
Yolsuzluk, zimmet, rüşvet suçlarından başlatılan ve sayıları kırkı geçen itirafçılarla, HTS kayıtlarıyla, banka dekontlarıyla, ses kayıtlarıyla, görüntülerle ete kemiğe bürünen yolsuzlukların sorumlusu sıfatıyla tutuklanan İmamoğlu’ndan talimat almadan adım atamayan bir genel başkanın muhakeme yeteneği var mıdır?
Dünya rüşvet tarihine yeni bir soluk getirerek villa olmazsa olmaz kuralını yürürlüğe sokan; imar, iskân, ruhsat gibi belediyelerin harç aldıkları tüm işlemleri haraca dönüştürerek servetlerine servet katan, rüşveti baklava kutularında ve döviz olarak tahsil edecek kadar cesur ve gözü kara belediye başkanları ve çalışanlarına kefil olan, işçilerine maaş ödeyemeyen, haklarını arayan işçileri işten çıkartan, depremzede vatandaşların arsalarını ellerinden almakla kalmayıp bir de üzerine para alan ama on yılı aşkın bir süredir evleri teslim etmedikleri için haklarında nitelikli dolandırıcılıktan iddianame düzenlenen, belediye başkalarını savunan bir genel başkanın muhakeme yeteneği var mıdır?
Pavyon pavyon gezerek delege tavlayan yol arkadaşlarıyla kazandığı kurultayı annesinin ak sütü gibi helal gören bir genel başkanın muhakeme yeteneği var mıdır?
İyi Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu de Özgür Özel’den geri kalmayarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitaben; “İyi dinle efendi, senin namusun ve şerefin üzerine ettiğin yemini defalarca, aymazca çiğneyecek kadar mezhebin geniş olabilir” sözleriyle hakaret etti.
2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde yedinci ortağın DEM olduğu masadan kalktıklarında dünyanın en ağır hakaretlerine ve küfürlerine maruz kalmalarına rağmen tıpış tıpış gelip masaya oturacak kadar geniş mezheplilerin başkalarının mezheplerine söz söylemeleri tam bir ikiyüzlülüktür.
Siyasette üslup bu kadar ayağa düşürülmemelidir.
Etrafımız ateş çemberi iken iç cephede gedik açılarak İsrail’in ekmeğine yağ sürülmemelidir.