İslamiyet’ten önceki Türklerde toplumun bütün katmanlarında uygulanan hukuk sistemine TÖRE denir.

Töreler Türk topluluklarında uygulanan temel Anayasalardır.

‘’İl gider Töre kalır’’ sözünden de anlaşılacağı üzere, atalarımızdan kalan, yazılı olmayan kurallar bütünü olan Törelere Hükümdar dahil herkes uymak zorundadır.

Asya Hun Devleti Hükümdarı METE zamanında ve Avrupa Hun Devleti hükümdarı ATİLLA zamanında devlet siyasi, askeri, ticari, kültürel ve sosyal alanlarda teşkilatlandı. Devleti ve toplumu ilgilendiren bütün kararlar, hükümdar tarafından oluşturulan meclislerde Törelere göre alındı.

Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleriyle birlikte örfi hukukla birlikte İslam Hukuku’na geçildi. İslam hukukuna göre; Meşveret, Ehliyet, Liyakat, Adalet ilkeleri temel alınarak, Padişah tarafından oluşturulan Divan-ı Hümayun meclislerinde ‘kanunname’ şeklinde kararlar alınmaya başlandı. Alınan kararların doğruluğu dönemin en büyük İslam hukukçusu ve ilmiye sınıfının başında bulunan Şeyhülislam tarafından teyit edildi. Osmanlı döneminde hukukun toplumun bütün alanlarında sağlıklı olarak işletilebilmesi için merkezi idareye bağlı Kadı’lar bütün yerleşim yerlerine atandı. Kadı’lar hukuki görevlerinin yanında, askeri, mülki, idari ve mahalli meselelerde de devletin en büyük temsilcisi olarak görev aldı. Vatandaş mağdur olduğu hususlarda Kadı’ya başvurarak sorununu çözmeye çalışmış, Kadı ile çözemeyeceği durumlarda da en üst meclis olan Divan-ı Hümayun’a kadar başvurabilme hakkına sahip olmuştur.

18. yüzyıl itibariyle Avrupa merkezli olarak devletlerin yönetim tarzları eleştirilmeye başlandı, halkın yönetime katılması ve Anayasa oluşturulması düşünceleri doğdu. Halk, devletin yönetiminde hak elde etme mücadelesi vermeye başladı. Bunun sonucu olarak Krallıkla yönetilen devletlerde Kralların yetkileri kısıtlanarak Anayasal Monarşiler ortaya çıktı.

Dünya genelinde egemen krallıkların, anayasal ve parlamenter biçimde yönetilmesi gerektiğini savunan halk kitlelerinin mücadelesi ile Tunus 1861 yılında, Japonya 1874 yılında, Rusya,İran 1905 yılında, Çin 1911 yılında, Meksika 1910 yılında Meşruti Monarşi ’ye geçiş süreçleri yaşadı. Yeni yönetim sistemi arayışı süreçlerine bağlı olarak, Osmanlı Devleti ’de dünya üzerinde yaşanan gelişmelerden etkilendi.

Osmanlı Devleti içerisinde reform yapılarak bozulan yönetim şeklinin düzeltilmesi gerektiğini savunanlarla Sultan II. Mahmut arasında 1808 yılında ‘Sened-i İttifak’ sözleşmesine geçildi. Buna göre halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması, vergilerin adaletli alınması, devlet yöneticilerinin suistimallerinin önüne geçilmesi ayanların kontrolüne geçti. Bu düşünce iktidarın halk tarafından denetlenebileceğinin önünü açtı. Bunun akabinde 1839 yılında Tanzimat Fermanı, 1856 yılında Islahat Fermanı, 1876 yılında Kanun-i Esasi yürürlüğe girerek Osmanlı Devleti resmi olarak Anayasal döneme girmiş oldu.

Bir sonraki yazımızda Anayasal dönemi biraz daha detaylı ele alacak, 1921, 1924, 1961, 1982 Anayasaları ve Türk hükümet modelinin geldiği son noktaya kadar yaşanan süreçleri değerlendireceğiz.