Milattan önce 220 senesinde Teoman tarafından Ötüken’de kurulan Asya Hun İmparatorluğu (Xiong-nu), bilinen ilk Türk Devletidir.

Türk Milleti, Ötüken bölgesinden kâinata dağılarak çok sayıda İmparatorluk, Devlet, Hanlık, Beylik, Atabeylik ve Cumhuriyet kurdu.

Halkına refah ve zenginlik sunmak üzere tarih boyunca farklı coğrafyalarda, farklı kültürler, farklı dinler ve farklı diller arasında çetin mücadeleler vererek Anadolu bölgesine kadar ilerleyen Türklerin tarihini, Anadolu öncesi ve sonrası olarak iki bölümde incelemek daha uygundur.

Ötüken’den çıkıp Anadolu’ya gelmeleri yaklaşık BİN yıl süren Türklerin, Anadolu’da ilk devleti kurulmalarından günümüze kadar da BİN yıl geçti.

İLK BİN YIL daha çok hayvancılıkla geçimin sağlandığı, göçebe, avcı ve savaşçı yaşam tarzının benimsendiği, Türk Medeniyeti tanımını yapabilmemizi sağlayacak kültürel, sosyal, ekonomik birikim oluştu.

İKİNCİ BİN YIL ise Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleri, yerleşik hayata geçmeleri, şehirler, köyler, kasabalar kurmaları, tarım, ticaret, sanat, mimari, din ve fen branşlarında insanlığa hizmet eden Türk-İslam Medeniyetinin oluşmasını sağladı.

Türk-İslam Medeniyeti kavramı, Selçuklular döneminde oluşmaya başladı, Osmanlılar döneminin ortalarında zirveye ulaştı.

Anadolu Selçuklu tarihi uzmanı Prof. Dr. Tülay Metin, “Selçuklu Çağında Yaşamak: Orta çağda Türk Şehri” isimli kitabında şu ifadelere yer vermiştir;

‘’ Selçuklu şehirlerinde oluşan kültürel birikimin Mevlana Celaleddin Rumi, Ahi Evran, Eşrefoğlu Rumi, Hacı Bayram-ı Veli, Molla İlahi gibi alim kişilerin önderliğinde gerçekleştiğini, kırsal kesimlerde ise Yunus Emre, Baba İlyas, Hacı Bektaş-ı Veli, Abdal Musa, Pir Sultan Abdal gibi toplumun önderliğini yapan alim kişilerin kurdukları tekkeler, medreseler ve zaviyeler vasıtasıyla gerçekleştiğini, dolayısıyla Anadolu’nun dini, ilmi ve fikri hayatının oluşmasını bu zatların sağladığını ifade edebiliriz.’’

Müellifin burada bahsettiği kişilerin her biri kendi döneminde, kendi alanında insanlığa yol göstermeyi başardılar.

Fakat gözden kaçırılmaması gereken temel unsur bu dönemde Ahilik teşkilatının devletin de desteğiyle Anadolu genelinde kurulmuş olmasıdır.

Ahilik teşkilatı; Anadolu’ya yerleşen Türklerin geçimini sağlayacak bir meslek sahibi olmalarını, eğitim almalarını, halkın uyması gereken toplumsal, ticari, hukuki ve ahlaki kurallar bütünün oluşturulduğu büyük bir organizasyon yapısına ulaştı.

Dönemin ünlü seyyahlarından İbn-i Battuta, Lazkiye şehrinden Cenevizli bir gemicinin ticaret gemisiyle Alanya’ya, oradan da Antalya şehrine kadar gelerek Antalya’da genç Ahilerle karşılaştığını şu ifadelerle yazdı;

‘’ Ahiler, Türkmenlerin yaşadıkları her yerde, köy, kasaba ve şehirlerde bulunmaktadırlar. Şehirlerine gelen yabancıları misafir etme, yiyeceklerini ve konaklayacak yeri sağlama, onları eşkıyanın elinden kurtarma gibi konularda bunların eşine dünyada rastlanmaz. AHİ onlara göre sanatının ve zanaatının erbabını toplayan ve işi olmayan gençleri bir araya getiren adamdır. FÜTÜVVET denilen şey de budur. Başkan olan AHİ bir tekke yaptırarak halı, kilim kandil gibi gerekli eşyayla donatır orayı. Onun arkadaşları geçimlerini sağlayacak kazancı elde etmek için gün içerisinde çalışarak kazandıkları parayı ikindiden sonra topluca getirerek başkanlarına verirler. Bu parayla tekkenin ihtiyaçları karşılanır. Beraber yaşama için gerekli olan yiyecek ve meyveler satın alınır. Mesele o esnada beldeye bir yolcu gelmişse hemen tekkede misafir ederler onu. Alınan yiyeceklerden ikram ederler. Bu iş yolcunun ayrılışına kadar sürer. Bir misafir olmasa bile yemek zamanında hepsi bir araya gelip yerler, türkü söyler, raks ederler. Ertesi sabah tekrar işlerine giderler. Ben onlardan daha ahlaklı ve erdemlisini görmedim dünyada. ‘’

İBN-İ BATTUTA bu seyahatinde Anadolu’nun büyük bir bölümünü gezip, gördüklerini kaleme aldı. Gittiği her yörede Ahilerden, Ahi zaviyeleri ve yörenin kültüründen bahsediyor olması Anadolu Selçuklu Devleti döneminde Ahilik teşkilatlanmasının büyüklüğünü ispatlamaktadır.

Anadolu’ya kitleler halinde gelerek köy ve kasabalara kadar yerleşen Türkler Ahilik teşkilatlanması sayesinde daha eğitimli, meslek sahibi bireyler olmaya başladı. Horasan-Bağdat yöresinden gelen ilim adamlarının dini ve ilmi bilgisinin tesiri güçlü bir toplumsal sınıf oluşturdu. Selçuklu Devletinin kudretli idarecilerinin desteğinin de etkisiyle tarihin akışına yön verecek bir medeniyet inşa etmeye başladılar.

Türk-İslam Medeniyetinin inşa sürecinin elbette kolay olmadı.

Selçuklu dönemi Anadolu’sunda Roma imparatorluğundan kalma, Hristiyan, Ermeni, Kürt, Arap, Çerkes ve Süryaniler gibi farklı dini ve etnik kimliklere mensup müslim ve gayrimüslim tebaa mevcuttu. Ticaret ve sanat gibi işler bunların kontrolündeydi.

‘’İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’’ düsturu ile bin yıldır Anadolu’nun idaresini sağlayan Türkler, tarihin hiçbir döneminde milli, dini ve etnik kimlik açısından insanları ayrıştırmamış, bir ve bütün olarak aynı bayrak altında yaşamayı bilmiştir.

Bu bağlamda; Cumhurbaşkanı veya yardımcılarının Türk, Kürt, Alevi veya Sünni olmasından ziyade, devleti yönetebilecek liderlik vasıflarına, verilen görevi yapabilecek eğitim, donanım ve liyakate sahip olmaları önemlidir.

Üniter Devlet yapısı içerisinde yöneticilerin milliyet kökeni bağlamında tartışılması, dini, etnik veya mezhepsel ayrımlara tabi tutulması Türk tarihi, Türk töresi, Türk Devlet hafızası ile bağdaşmaz.

Millet, Milliyet, Medeniyet