Son zamanlarda okunan Cuma Hutbeleri çakma Müslümanları rahatsız etmeye başladı.
Oysa hutbelerde Diyanet İşleri Başkanlığı yasayla verilen “İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” görevi doğrultusunda, inanan ve inancını yaşamak isteyen Müslümanlara Allah’ın emir ve yasakları ile Peygamberimizin tavsiyelerini hatırlatıyor.
Nasıl ki Tapu Kadastro, Meteoroloji ve Karayolları Genel Müdürlükleri kanunla verilen görevlerini yerine getiriyor iseler, Diyanet İşleri Başkanlığı da kanunla verilen görevini ifa ediyor.
Hutbe de bu bağlamda haftalık uyarı ve bilgilendirme aracı olarak değerlendirilmesine rağmen Müslüman olduklarını zanneden, Müslüman oldukları zannedilen ya da kâğıt üstünde Müslümanlar Allah’ın emir ve yasaklarının hatırlatılmasından rahatsız oluyorlar.
Oysa hutbeler; inanan, inancını yaşamaya çalışan ve özellikle camiye gelen Müslümanlara okunuyor.
Yani Müslüman olmayanlar için hutbelerde ne denildiğinin bir önemi yok.
Diyanet kimsenin gırtlağına yapışıp Müslüman olacaksın diye tehdit etmiyor, içki yasak diyerek meyhane, çıplaklar var diye plaj basmıyor.
Görevi gereği Allah’ın emir ve yasaklarını hatırlatıyor takdiri de insanlara bırakıyor.
Bu ülkede hayatı boyunca camiye girmemiş, camiyle ibadetle hocayla alay etmiş, açık açık din düşmanlığı yapmış olanlara bile öldüklerinde cenaze namazı kılınıyor.
Hatırlarsanız geçen yerel seçim öncesinde bir aday konuşma yaparken ezan okunması üzerine, mikrofonun kapalı olduğunu zannederek; “hoca kulağıma kulağıma üfürüyor” diyerek ezan okunmasına tahammülsüzlük göstermişti.
Bu olaydan birkaç ay sonra vefat eden bu tahammülsüzün cenaze namazı tepki gösterdiği din görevlisi tarafından kılındı.
Mesele artık geçmişte olduğu gibi suya sabuna dokunmayan ve dinin temel esaslarından çok gündelik uygulamalardan bahsedilen hutbelerin okunmaması.
Mesele; bir türlü kabullenmek istemedikleri ilahi gerçeklerin dile getirilmesi.
İslam’la ilgileri olmayanlar Allah’ın emir ve yasaklarının hatırlatılmasından neden korkuyorlar?..
Şimdi Almanya’nın kucağında vatan hainliği yapan gazeteci kılıklı bir müptezel İstanbul’da bir mezarlık girişindeki; “her nefis ölümü tadacaktır” ayetinden rahatsız olduğunu söyleyerek kaldırılmasını istemişti.
Ulan ahmak, o ayet oradan kaldırılsa da kaldırılmasa da sen dâhil her nefis ölümü tadacaksınız.
Ve tatmakla birlikte o rahatsız olduğunuz hükümlerle sorguya çekileceksiniz.
Diyanetin hutbelerinden rahatsız olanların durumu da bu hain gazeteci müsveddesinin haline benziyor.
Bu kâğıt üstü Müslümanlar İslam’ı canlarının istediği hükümlerine uyup canlarının istediği hükümlerine uymayacakları dünyevi bir öğreti olarak görüyorlar, başkalarının da öyle görmelerini istiyorlar.
İyi hoşta kimse onları Müslüman olun diye zorlamıyor ki?
Açık açık Allah’ın ayetlerini inkâr edecek cesaretleri olmadığı için Diyanete ve hutbelere saldırarak korkularını bastırmaya çalışıyorlar.
Efendiler korkunun ecele faydası olmadığını siz de göreceksiniz ancak her şey için artık çok geç olacak.
****
Önceki hafta okunan Cuma Hutbesinde İslam’ın kıyafetle ilgili hükümleri hatırlatılınca kâğıt üstü Müslümanları, sosyal medya ilahiyatçıları, seküler cepheye şirin görünmek isteyen kimi siyasiler koro halinde saldırıya geçtiler.
Efendim din kadına kıyafet dayatamazmış, kadının özgürlüğü kısıtlanamazmış, kadın ne giyeceğine ya da giymeyeceğine kendisi karar verirmiş, Diyanet haddini bilmeliymiş
falan filan.
Din kimseye bir şey dayatmıyor, Allah’ın emirlerini söylüyor.
Müslüman değilseniz zaten Diyanet’in muhatabı değilsiniz.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü hava tahmin raporu yayınladığında, “ sen tahminde bulunamazsın” diyebiliyor musunuz?
Şiddetli yağmur ve fırtına uyarısına rağmen denize açılırsanız sonucuna katlanırsınız.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptığı da bu.
İslam’ın temel esasları çerçevesinde uyarıyor ve bilgilendiriyor. Dikkate alanlar alır almayanlar sonucuna katlanır. Bu kadar basit.
"Hayâ: Allah’ın Emri, Fıtratın Gereği" başlığıyla yayımlanan önceki Cuma Hutbesinde "Hayâ, yüce dinimiz İslam’ın kadın erkek her Müslüman’a emrettiği temel bir ahlak ilkesidir. Hayâsızlık ise ahlaki değerleri yok eden, insanın onur ve saygınlığını ayaklar altına alan bir felakettir. Şeytanın, en sinsi tuzaklarından biridir" ifadelerine yer verildi.
Hutbede giyim sektörü, modacılar ve bazı medya çevrelerinin "çıplaklığı özendirdikleri ve örtünmeyi değersizleştirdikleri belirtilerek, kısa giysiler ve şeffaf kıyafetlerin giyilmesi "Allah’ın örtünme emrinin ihlali" olarak nitelendirilirken tıbbi bir zorunluluk olmadan yaptırılan estetik ameliyatlar "şeytanın oyununa gelmek" ve "günah" olarak tanımlanırken dövme yaptırmanın da dinen haram olduğu dile getirildi.
İffet, kadına, erkeğe, gence, yaşlıya kısacası her insana yakışan üstün bir meziyettir. Irz ve namus dokunulmazlığı, insanların ortak değeridir. Bu değere riayet etmek kadını ne kadar saygın kılıyorsa, erkeği de o derece saygın kılar. Zira kadınıyla erkeğiyle her insan mükerremdir. Mahremiyete özen göstermek, takvanın yani Allah’a karşı saygılı ve sorumluluk sahibi bir duruşun gereğidir. Öyleyse bedenimizi bize lütfeden Rabbimiz ile aramızdaki bağı zayıflatmayalım. O’nun sevdiği ve razı olduğu bir ömür yaşayalım. Bedenimizin kıymetli ve dokunulmaz, ruhumuzun şerefli ve saygın olduğunu bilelim. Ailemize ve bilhassa çocukluk çağından itibaren yavrularımıza mahremiyet bilinciyle özgüven aşılayalım. Erdemli bir toplum olmanın, ahlaki, manevi ve kültürel değerlerimize sahip çıkmaktan geçtiği hatırlatıldı.
Dinen ve ahlaken bu söylenenlerin hangisi yanlış?
TV dizileri, sosyal medya platformları çıplaklığı, çarpık ilişkileri özendirmiyor mu?
Ahlak, iffet, hayâ, erdem boş kavramlar mı?
Sokakların halini görmüyor muyuz?
Geçmişte yıkanan iç çamaşırları diğer çamaşırların arkasına asılarak kurutulurdu şimdi ise iç çamaşırları ile sokağa çıkılıyor.
Bunun adı özgürlük mü? Yoksa teşhir mi?
Ey Âdemoğulları! Size mahrem yerlerinizi örtecek giysi, süsleneceğiniz elbise yarattık. Takvâ elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Umulur ki düşünüp öğüt alırlar.”( A’râf, 7/26)
Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. ( Nûr, 24/30)
Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet yerlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar.( Nûr, 24/31) Ayetleri ile desteklenen hutbenin ardından başörtülü feminist(!) yazar Berrin Sönmez ise Medyascope'da yayınlanan "Ey Diyanet! Fe eyne tezhebun?" başlıklı yazısında; Diyanet'in bu hutbesini kadınlara başörtüsü zorunluluğunun bir işaret fişeği olarak gördüğünü belirterek; "Ve yazık ki şimdi hutbedeki kurumsal yapılar ifadesi geçmişteki başörtü yasağının rövanşı için bir başörtü dayatmasının kadınlara yükleneceğini düşündürüyor. Umarım yanılıyorumdur. Ama bu işaret fişeğini görmezden gelemem. Dayatma ihtimalinin henüz geri döndürülebileceği bir aşamadayken tepki vermek gerekiyor. Yani bana yine bir kişisel direniş yolu göründü. Başörtüsü zorunluluğu getirilmesi ihtimaline karşı şimdiden başımı açıyorum." ifadeleriyle başörtüsünü terk ettiğini açıkladı.
Çok ta umurumuzdaydı.
Açmak için fırsat arıyormuş bulmuş hanımefendi.
Kimsenin başını açması veya örtmesi bizi ilgilendirmez ama ruh çıplaksa başörtülü olmanın ne anlamı var?
Diyanet kimseye başörtüsü dayatmıyor, kıyafetle ilgili Allah’ın emirlerini hatırlatıyor.
Kaldı ki mesele başörtünün çok ötesinde ve çok daha derindedir.
Öyle örtülü başlar var ki gerisi çıplaktan ziyadedir.
Sokaklar, sahiller, AVM’ler, toplu taşıma araçları ve her yer istedikleri kıyafeti giyen hatta yarı çıplak dolaşan milyonlarca insanla dolu iken Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Allah’ın emir ve yasaklarını hatırlattığı hutbesini başörtüsü dayatması olarak algılayanlar Ebu Cehil’in günümüz temsilcileridir.
Kendilerine üstatları(!) ile bol muhabbetler(!) dileriz.
****
Geçtiğimiz Cuma "Sıla-i rahimle bereketlenen tatil" başlığıyla yayınlanan hutbe de kâğıt üstü Müslümanlarını çok rahatsız etti.
İslamiyet’in çalışmaya verdiği önem kadar dinlenmeye de değer verdiği vurgulanan hutbede özetle; “Dinimize göre çalışmak ne kadar önemli ise istirahat etmek de aynı ölçüde önemlidir. Dolayısıyla Müslümanın; dinlenmeye, zihnen ve bedenen toparlanmaya, ruhen arınmaya, ailesiyle birlikte nitelikli zaman geçirmeye de ihtiyacı vardır.
Ancak unutmayalım ki; Müslümanın çalışması da, dinlenmesi de, tatili de, eğlenmesi de meşru, ahlaki ve helal sınırlar içerisinde olmalıdır.
Tatilde harama başvurmak, nefsin istek ve arzularına uymak, dinimizin sınırlarını ihlal etmek, hem dünya hem ahiret saadetimizi tehlikeye atar.
Müslüman, tatilde de ibadetlerini aksatmamalı, dinin ölçülerine riayet etmeli, tatilini Rabbine yakınlaşma vesilesi kılmalıdır.” İfadelerine yer verildi.
Dini açıdan yukarıda söylenenlerin hangisi yanlış?
Yalan haberleriyle meşhur gazeteci kılıklı bir soytarı ; “Nasıl ya, hutbe diye bunu yapmışlar ya. Arzu ve isteklerin sınır tanımadığı. İnanılır gibi değil insan utanır bunu hutbe diye okumaktan. Diyelim ki Diyanet bir hataya düşmüş bunu göndermiş size, okuma ya. Sen ki Allah’tan korkan bir insan, şöyle bir zamanda şu hutbe okunur mu? Bir inisiyatif kullan, ‘he’ de geç yani, başka bir dua oku” diyerek hutbeyi herkesin nabzına göre şerbet verilen bir sohbet zannediyor.
Müptezel “nasıl hutbe?” diye soruyor.
Sana mı soracaklardı?
Bir başka soytarı da; “Tatilde harama başvurmayın diyor. 11,5 ay millet deliler gibi çalışıyor, hepi topu içtiyse iki kadeh rakısını içiyor yani, o da olmasın falan. Tatilde de ibadet edin diyor.” Diyerek böylesi bir cehaletin ancak eğitimle kazanılabileceğini ortaya koydu.
Ne yani Diyanet; “tatilde haram olmaz” mı diyecekti?
Bu kalın kafalıların anlamadıkları gerçek şu:
Diyanet Allah’ın emir ve yasaklarını hatırlatıyor, onlar gibi kafasından uydurmuyor.
İBB’de tarihin en büyük vurgunu yapılmışken, haraç alınmamış iş adamı bırakılmamışken, pavyon kapılarında tavlanan delegelerle şaibeli kurultaylar kazanılmışken rüşvet artık baklava kutularında özel ambalajlarla alınırken, İzmir’de İnsanlar yüzlerini yıkamaya su bulamaz ve günde on saat su kesilirken, İzmir Körfezi leş gibi kanalizasyon kokarken, bir genel başkan ve bir il başkanı iftiracı dedikleri çete liderinin tahsis ettiği araçları kullanırken üç maymunu oynayanların, yüzyılın kasabı Netanyahu denilen soyu ve sütü bozuk namussuza laf söyleyemeyen masa üstü Müslümanları hutbelere ve Diyanet’e saldırarak tatmin oluyorlar.