TV’lerin gündüz kuşağı programlarında zaman zaman evlat olarak verildiğini sonradan öğrenen çocukların biyolojik ailelerini arama hikâyelerine yer veriliyor.
Yıllar sonra bulduğu evladını sevinçle kucaklayan annelerin varlığı izleyenlere huzur verirken, kavuşmayı heyecanla beklediği annesinin görüşmek istemediği çocukların yaşadıkları hayal kırıklığının tarifi yok elbette.
Birkaç gün önce ATV’de izlediğim; kendisini birkaç günlükken terk eden annesiyle yıllar sonra görüşmeyi beklerken annesinin görüşmek istemediğini söylemesiyle büyük üzüntü yaşayan gencin hikâyesi beni de derinden etkiledi.
Dünyaya getirdiği evladını birkaç günlükken sokağa terk edip bir daha aramamak, bulunduğunda da görüşmek istememek bir tercih değil ahlaksızlıktır.
En vahşi hayvanların bile yavrularına gösterdikleri şefkat dikkate alındığında bu canlılara hayvan demek hayvanlara, anne demek gerçek annelere hakaret olur.
Bu nedenle doğuran değil; bakıp, büyütüp eğiten ve çocuğu topluma kazandıran canlının adıdır anne.
Cennetin ayaklarının altında olduğu müjdesi de bu anneler içindir.
Annelik sadece doğurmaktan ibaret olsaydı; genellikle 30-31 günlük gebelik süreleri ile doğum yapan, her defasında ortalama olarak 6 ila 8 yavru doğurabilen ve bir yılda dört doğum yaparak ortalama olarak 25 kadar yavru dünyaya getiren tavşanlar dünyanın en iyi anneleri olurlardı.
*****
Ankara/Keçiören Atatürk Çocuk Yuvasında meslek elemanı ve yönetici olarak görev yaptığım süre içinde (1979-1984) farklı evlat edinme hikâyelerine tanık oldum.
Çocukları olmayan ve tıbben çocuk sahibi olmayacakları belirlenen ailelerin evlat edinerek çocuk özlemlerini gidermeleri insani yönden anlaşılabilir olsa da zaman içerisinde çocuklardan ya da ve ailelerden kaynaklanan sorunlar uygulamanın her zaman mutlu sonla bitmediğini gösteriyor.
Ne kadar iyi şartlarda bakım görseler de evlat verilen hemen her çocuğun gerçeği öğrendiğinde mutlaka biyolojik ailesini aradığını, bulduklarında bazen çok mutlu olduklarını bazen de büyük hayal kırıklıkları yaşadıklarını TV programlarına konu olan örneklerden biliyoruz.
Evlat edindikleri çocuklar belirli bir yaşa geldiğinde gerçeği açıklayan ve biyolojik ailesi ile ilişki kurması için onu teşvik eden anlayışlı ve özverili ailelerin bu tavırları her türlü övgüyü hak ediyor.
Evlat edinme başvurusu yapan ailelerin büyük bir kısmı doğal olarak cinsiyet ve yaşla ilgili tercihlerde bulunurken garip isteklerde bulunanlar da çıkıyordu.
Evlat edinmek isteyen bir beyefendi ile eşi hanımefendi özellikle benimle görüşmek istediklerini belirtince meslek elemanı arkadaşlarım odama getirdiler.
Kısa bir tanışma faslından sonra hanımefendi tıbben çocuk sahibi olma imkânları olmadığı anlaşıldığı için evlat edinmek istediklerini, maddi durumlarının çok iyi olduğunu, çocuk için çok iyi bir gelecek verebileceklerini, benden de süreci hızlandırmalarını istedikten sonra küçük bir ricaları olduğunu belirti.
Yapılan incelemeler sonucunda çocuk verilmesi uygun görülen ailelerin sıraya alındığını, benim bu sıralamaya müdahale edemeyeceğimi ifade ederek hanımefendiye küçük ricasının ne olduğunu sorduğumda; “Müdür bey biz çok asil bir aileyiz, mümkünse sarı saçlı ve mavi gözlü bir erkek çocuğu verebilir misiniz?” diye sordu.
Görüşmenin başındaki; ”iyi bir aile oldukları, maddi durumlarının iyi olduğu ve çocuğa iyi bir gelecek verebilecekleri” şeklindeki olumlu değerlendirmeler bir anda “bu mu iyi aile?” ye dönüştü.
Çok asil bir aile olmakla, sarı saçlı mavi gözlü çocuk sahibi olmak arasında bir bağ kuramadım.
Kendilerine kimsenin asaleti ile ilgilenmediğimizi, çocuk vermek için kriterlerimizin mevzuatta belirlenen esaslara bağlı olarak ona sevgi, iyi bir bakım ve iyi bir eğitim verecek bir aile olduğuna inanmak olduğunu, cinsiyet ve yaş gibi tercihleri normal karşıladığımızı ancak sarı saç mavi göz gibi taleplerini karşılayamayacağımızı, çünkü bu nitelikte bir çocuğumuz bulunmadığı gibi, bulunsa da sıradaki aileye verileceğini, kendilerine sıra geldiğinde bulunup bulunamayacağını da bilemeyeceğimi belirttim.
Eşinin sözlerinden rahatsız olduğu anlaşılan beyefendi durumu toparlamaya çalışarak özür diledi.
Hanımefendi hem bana ve hem de eşine sinirlenmiş olacak ki “ben sadece çok iyi bir aile olduğumuzu söylemek istemiştim” diyerek hızla yerinden kalkarak odadan dışarı çıktı.
Eşi de şaşkın bir şekilde odayı terk ederek yuvadan ayrıldılar.
Sonrasında herhangi bir başvuruları olmadı.
Olsaydı da muhtemelen red cevabı verirdik.
Çünkü kendilerinin dünyaya getiremedikleri sarı saç mavi gözlü çocuk için sipariş veren ve asil olduklarını iddia eden bir ailenin çocuk sevgisi taşıdıklarına inanmazdık.
Onlar çocuk değil, manken adayı arıyorlardı.
****
2828 Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun çıkmasından sonra Keçiören’de aynı alanda faaliyet gösteren Çocuk Esirgeme Kurumuna ait Yuvanın yönetimi benim müdürü olduğum Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na bağlı yuvaya devredilmişti.
Bu nedenle o yuva tarafından yürütülen evlat edinme işlemlerinin takibini de biz yapıyorduk.
ÇEK Yuvasından kimsesiz, hasta, zayıf çocukların Gülhane Askeri Hastanesine sevkleri yapılarak tedaviye alındıkları ve sağlıklarına kavuştuktan sonra ABD’li subaylar tarafından evlat edinilerek ABD’ne götürüldüklerine dair iddialar bizim de kulağımıza gelmekle birlikte, herhangi bir inceleme yapmadan, belgelerle doğrulamadan iddiayı dillendirmenin doğru olmayacağını düşündüğümüz için devraldığımız yuvanın bu konuyla ilgili yazışma, kayıt ve belgelerini incelemek istemiş isek te ne bir belge ne de bir yazışma bulamadık.
İşlemler ya kayıt dışı yapılmıştı ya da iddialar gerçekleri yansıtmıyordu.
12 Eylül askeri yönetiminin ÇEK Yuvasına olan yakın ilgisi ve bu ilgi kapsamında Türk subaylarla birlikte kuruluşun ABD’li subaylar tarafından da sıklıkla ziyaret edilmesi, belki de bu tür iddialara neden olmuştu.
Gerçekten de Türk subaylarla birlikte ABD’li subaylar kuruluşu çok sık ziyaret etmekteydiler.
Askeri personelin bir çocuk yuvasına gösterdikleri bu yakın ilgi dikkat çekiciydi ve SHÇEK’nun ilk iki genel müdürünün asker emeklisi olmaları nedeniyle o günün şartlarında
bunu sorgulamak her babayiğidin harcı değildi.
ÇEK Yuvasının Bakanlığa devrinden sonra sekreterim bir subayın birkaç gün önce evlat olarak verilen çocukla birlikte beni ziyaret etmek istediğini söyledi.
Odama giren sivil giyimli subay kendisini tanıttıktan sonra yanındaki 5-6 yaşlarındaki kız çocuğunu birkaç gün önce evlat olarak aldıklarını ancak geri vermek istediklerini söyledi.
Çok şaşırmıştım.
Neden geri vermek istiyorsunuz? diye sorduğumda aldığım cevap şaşırtıcı idi.
Biz bu çocuğu isteyerek ve severek aldık.
Sosyalleşmesi ve çevremize alışması için dün gece onu eşimle birlikte Orduevine götürdük.
Arkadaşlarımızla tanıştırırken herkesin içinde altına çişini yaptı, bizi rezil etti, o yüzden geri vermek istiyoruz”.
Sanki manavdan karpuz almıştı da kelek çıktığı için geri vermek istiyordu.
Çocuğu sosyal servise göndererek oturmasını söyledim.
İtiraz etmedi.
Kendisine sakin bir dille; çocuk sahibi olmanın sorumluluk gerektirdiğini, eğitiminin çok önemli olduğunu ama bunun bir günde gerçekleştirilemeyeceğini, yıllardır yuvada büyümüş ve o ortama alışmış bir çocuğun orduevi gibi ona çok yabancı bir ortamda bulunduğu ilk gece heyecanlanmasının çok normal olduğunu, değil çocuğu yetişkin bir insanın bile o ortamda heyecandan altına kaçırabileceğini ifade ederek zamanla bu sorunu aşacaklarını, çocuğun geri alınmasının daha büyük bir travmaya neden olacağını söyleyerek çocukla birlikte evlerine gitmelerini ve sosyalleşmenin zamana yayılmasını önerdim.
Kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra; mahcup bir ifadeyle ”haklısınız müdür bey, biraz acele ettik galiba dedi”
İkram ettiğim çayı içtikten sonra evlatlığıyla birlikte kuruluştan ayrıldılar.
Sonraki günlerde vazgeçtiklerine dair bir gelişme olmaması sorunun çözüldüğünü gösteriyordu.
****
Atatürk Çocuk Yuvasındaki çocuklardan evlat edinmek üzere başvuruda bulunan yabancılar da oluyordu.
Sebebini sorduğumuzda genellikle ülkelerinde evlat edinmenin zor şartlara bağlı olduğunu ifade ediyorlardı.
Yabancılara gerekli yasal şartları taşımaları halinde evlat verilmesinin önünde bir engel yoktu. Ancak ben ve meslek mensubu arkadaşlarım prensip olarak yabancılara çocuk vermek istemediğimiz için fiziksel engeli bulunan, ömür boyu ilaç kullanması gereken ve ne yazık ki Türk ailelerin hiçbir şekilde evlat edinmek istemedikleri çocukları evlat olarak verdik.
Doğuştan üst dudağı olmayan ve o günün tıbbi imkânları içinde (1980-1983) Türkiye’de tedavisi mümkün olmayan bir kız çocuğumuzu Kanada’lı bir aileye, Yine o yıllarda tedavisi olmayan ve protez bacak takılması gereken bir kız çocuğumuzu ABD’li bir aileye, Epilepsi hastası olan ve sürekli kontrol altında bulundurulması gereken bir erkek çocuğumuzu da İngiliz bir aileye tamamen yasal prosedüre uygun bir şekilde mahkeme kararları ile evlat olarak verdik.
Bu üç çocuğumuzu önerdiğimiz hiçbir Türk aile evlat edinmeyi kabul etmemişti.
İlerleyen yıllarda toplumdan dışlanmaları ve bir iş sahibi de olamamaları halinde daha büyük sorunlar yaşayabilecekleri endişesi bizi böyle bir kara almayla sevk etti.
Bu üç çocuğumuzdan epilepsi hastası olan Mehmet’i verdiğimiz İngiliz ailenin babası yarış atları yetiştiriciliği yapıyordu, eşi de çocuk hemşiresi idi.
Mehmet’in ömür boyu ilaç kullanması ve sürekli takibi gerekliydi.
Bu nedenle de gideceği aileyi onun için çok uygun görmüştük. Zaten İngiltere’den gelen Sosyal İnceleme Raporunda da olumlu görüş belirtilmişti.
Yasal işlemlerin tümü tamamlandıktan sonra aileye avukatları aracılığı ile çocuğu almak için gelebileceklerini söyledik.
Zannediyorum Şubat ayı idi. O sene hem Avrupa ve hem de Türkiye’de sert bir kış vardı.
Uçak seferleri aksıyor yollar kapanıyordu.
Bu riske rağmen aile iki gün sonra Türkiye’ye geleceklerini söyledi.
Gerçekten de iki gün sonra sabah mesaiye başlar başlamaz İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliğinden arayarak Mehmet’i almak için kuruluşa geleceklerini ifade ettiler.
Mehmet’in en güzel giysilerini giydirdik, valizini hazırladık ve misafirlerimizin gelmesini bekledik.
Bir saat kadar sonra üç dört araçlık bir konvoy yuvanın bahçesine giriş yaptı.
Tahminen sekiz kişilik bir gruptan sadece avukatlarını tanıyorduk, evlat edinecek aile fertlerini kim olduğunu bilmiyorduk.
Grup bulunduğumuz salona girdiğinde biz tam Mehmet’i onlara tanıştıracakken, grubun içinden kısa boylu zayıf ama güler yüzlü bir bayan daha ne olduğunu anlamadan koşarak büyük bir sevgiyle Mehmet’e sarıldı, Mehmet’te sanki öz annesi imiş gibi o bayana sarılarak karşılık verdi.
Kadın sonra onu havaya kaldırdı o şekilde dönerlerken birlikte yere düştüler ve yerde yuvarlanmaya başladılar.
Bu manzara birkaç dakika devam ettikten sonra birlikte ayağa kalktılar ve Mehmet’in tuttuğu elini arabaya bininceye kadar bırakmadı.
Doğrusunu söylemek gerekirse hiçbir Türk aileden böylesine bir sevgi gösterisi görmemiştik.
Ailenin Mehmet’e Mehmet’in de ailesine ilk görüşmede bu kadar yakın davranmaları verdiğimiz kararın çok isabetli olduğunu gösteriyordu.
Aile; yuvadan ayrılırken Mehmet’le ilgili sürekli bilgi vereceklerini, anne çocuk hemşiresi olduğu için tedavisinin sorun olmadığını, ayrıca İngiliz ismi ile birlikte Mehmet adını da değiştirmeyeceklerini söyledi.
Bunun sözde kalmadığını İngiltere’ye gittikten sonra dediklerini yaparak gösterdiler.
Bir yıl sonra Mehmet’in İngilizce konuşmaya başladığını ve aile ile çok güzel uyum sağladığını, yarış atlarının üzerinde gezebilecek kadar öz güven kazandığını ve epilepsi nöbetlerinin de azalmaya başladığını bildirdiler.
Düzenli olarak gönderilen fotoğraflardan Mehmet’in yüzüne yansıyan mutluluğu görmek bizi de mutlu etmişti.
O dönem bir Hristiyan aileye çocuk verdiğimiz için eleştirilsek te hiçbir Türk/Müslüman ailenin kabul etmediği Mehmet’in İngiltere’de mutlu bir aile yuvasına kavuşması yapılan tercihin doğru olduğunu gösteriyordu.
Çünkü Türk ve Müslüman ailelerin bazıları daha epilepsi sözünü duyar duymaz kesinlikle olmaz diyor kimileri de evlat edinmek için sarı saçlı mavi gözlü çocuklar istiyorlardı.
****
Evlat edinmek için başvuran ailenin baba adayının mesleğinin hurdacı olduğunu gördüğümde sosyal servisteki arkadaşlara gelir durumunu iyi araştırıp araştırmadıklarını sordum.
Arkadaşlarım araştırdıklarını, ailenin kendilerine ait bahçeli müstakil bir evlerinin olduğunu, sokak sokak dolaşarak toplayan değil, sahip olduğu bir dükkânda hurda ticareti yaparak geçimlerini sağladıklarını söylediler.
Elbette ekonomik durum önemliydi ama asıl önemli olan çocuğa sevgi vermek, onun iyi bir eğitim almasını sağlamak ve sağlıklı bir insan olarak yetiştirilmesini sağlamaktı.
Günlük mesaimi sürdürmekteydim ki pencereden üzerinde bir davulcu ile bir zurnacının coşkuyla performans sergiledikleri renkli kâğıtlarla süslenmiş kırmızı renkli bir kamyonetin yuvanın bahçesine giriş yaptığını gördüm.
Öylesine coşkulu çalıyorlardı ki merak eden mesai arkadaşlarımla birlikte bahçeye çıktığımızda ailenin evlatlarını almak için geldiklerini gördük.
Karı-koca resmi işlemlerin ardından evlatlarını kucaklarına aldılar.
Bir yandan sarılıyor, bir yandan öpüyorlardı.
Çok ilginçtir evlat verilen çocuğumuz da hiç yabancılık çekmeden onları öpüyor sevgilerine karşılık veriyordu.
Sevgi böyle bir şeydi içten verildiğinde mutlaka karşılık buluyordu.
Karşılıklı sevgi gösterilerinden sonra çocukları ile birlikte kırmızı kamyonete bindiklerinde davulcu ve zurnacı coşmuştu.
Çocuk değil de sanki gelin almaya gelmişçesine büyük bir coşku vardı.
Kamyonet davul zurna sesleri arasında yuvanın bahçesinden çıktığında bizde çocuğumuzu isabetli bir aileye vermemizden kaynaklanan huzur vardı.
Gerçekten de arkadaşlardım tarafından takip edilen ailede sonraki yıllarda hiçbir sorun yaşanmadı.
****
Bir gece saat 23.30 sularında evimin kapısı çalındı.
O saatte hayırlı bir haber alamayacağım endişesiyle kapıyı açtığımda karşımda nöbetçi memur ve şoförü görünce şaşırdım.
“Hayırdır, gecenin bu saatinde buraya gelmenizi gerektirecek kadar önemli bir şey mi oldu?” diye sorduğumda; “Müdür bey gecenin bu saatinde rahatsız ettiğimiz için kusura bakmayın ama bir kadınla bir adam yuvaya geldiler, evlat olarak verilen Levent bebeğin anne babası olduklarını iddia ederek çocuğumuzu vermeden gitmeyiz diyorlar. Ne yapacağımızı şaşırdık size geldik” diye cevap verdiler.
Levent bebek polis tarafından cami avlusunda bulunarak yuvaya getirilmiş, ailesi bilinmeyen bir çocuktu ve bu nedenle tarafımızdan kimlik çıkartılarak ismi de tarafımızdan verilmişti.
Arkadaşlarıma yuvaya dönmelerini, o kişilere yarın sabah gelmelerini söylemelerini, şayet direnir ve sorun çıkartırsalar da polise haber vermelerini istedim.
Zaman zaman bazı buluntu çocukların kendilerine ait olmadığını iddia eden kişiler olmaktaydı. Bunlara mahkemeye başvurmalarını öneriyorduk.
Ama o güne kadar kuruluşumuza terk olarak gelip te mahkeme kararıyla gerçek anne baba oldukları anlaşılan hiçbir aile olmamıştı.
Bu ailenin de bunlardan biri olduğunu düşünmüştüm.
Ertesi sabah mesaiye gittiğimde sosyal servisteki arkadaşlarımla bu konuyu görüştük.
Belgeleri tekrar inceledik, Levent bebek terk çocuktu.
Evlat verilen aile yasal şartları taşıyordu ve bizim açımızdan hiçbir sorun görülmüyordu.
Kısa bir süre sonra Levent’in’in biyolojik anne ve babası olduklarını iddia eden çift gelerek, çocuklarının kendilerine teslim edilmesini istediler.
Levent’in buluntu çocuk olduğunu, isminin bile tarafımızdan verilerek kimlik çıkartıldığını, yasal şartları taşıyan bir aileye daha sonra evlat edinilmek üzere koruyucu aile olarak verildiğini, dolayısıyla çocuğun kendilerine verilmesinin mümkün olmadığını, ancak çocuğun kendilerine ait olduğunun yargı kararıyla doğrulanması halinde çocuklarını alabileceklerini söyledim.
Bu cevabımdan memnun olmamışlardı.
Kadın eşinin hamile iken kendisini terk ettiğini, doğumdan sonra çocuğa bakabilecek bir durumda olmadığı için cami avlusuna bıraktığını ama uzaktan takip ettiğini, çocuğun polis tarafından Keçiören Çocuk Yuvasına teslim edildiğini, bizim tarafımızdan Levent ismi verilerek yeni bir kimlik çıkartıldığını ve koruyucu aileye verildiğini öğrendiğini fakat bakma imkânı ve düzenli bir geliri olmadığı için geri almak istemediğini, şimdi ise eşi ile barıştıklarını, kendilerine yeni bir düzen kurduklarını ve çocuklarını almak istediklerini söyledi.
Avlusuna bıraktığının söylediği cami ile kayıtlarımızda bulunduğu belirtilen cami ismi aynı idi.
Ama buna rağmen yargı kararı olmadığı için çocuğu kesinlikle veremeyeceğimizi, eğer doğru söylüyor iseler haklarını yargıda aramalarını, bunun dışında başvuracakları hukuk dışı yollarla bir sonuç alamayacaklarını belirttim.
Başka çareleri olmadığının anlamış olacaklar ki “tamam biz de hakkımızı mahkemeden alırız” diyerek gittiler.
Onlar gittikten sonra Sosyal Servisteki arkadaşlarımızla yaptığımız değerlendirmede çocuğun kendilerine ait olduğunu kanıtlamaları halinde vermek zorunda olduğumuzu ve bu nedenle koruyucu ailenin durumdan haberdar edilmesinin uygun olacağının düşünerek görüşmek üzere yuvaya çağırdık.
Aile yuvaya geldiğinde tam anlamıyla perişan durumdalardı.
Gerçekten büyük sevgi besledikleri Levent’in öz ailesi tarafından geri alınacak olması onları büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı.
Bunun engellemenin bir yolu olup olmadığını sordular.
Yargının vereceği karara uymak zorunda olduğumuzu, bu nedenle yapacak bir şey olmadığını ancak Levent’in’in mahkemeden karar çıkıncıya kadar yanlarında kalabileceğini söyledik.
Beş altı ay kadar sonra karar geldi.
Mahkeme anne ve babanın çocuğun biyolojik ailesi olduklarının kanıtlandığını, bu nedenle çocuğun biyolojik aileye tesliminin gerektiğini, bunun aile ve çocuğun en doğal hakları olduğunu, ancak çocuğun ailede kalmasının risk ve tehlike oluşturması halinde koruma altına alınacağından bahisle Levent’in’in ailesine teslimine karar vermişti..
Sonuçta onu koruyucu aile olarak verdiğimiz ailenin yanından alarak mahkeme kararıyla öz ailesi olduklarını kanıtlayan aileye teslim ettik.
Hem Levent’e çok alışan ve aralarında çok iyi bir iletişim kuran koruyucu aile ve hem biz çok üzülmüştük.
Ama mahkemenin verdiği ve uymak zorunda olduğumuz karar nedeniyle elimizden gelen bir şey yoktu.
Ayrıca Levent’i’i teslim ettiğimiz öz aile ile ilgili olarak herhangi bir ihbar ve şikâyet söz konusu olmadığı takdirde inceleme ve takip yapma hakkımız da bulunmamaktaydı.
Sonrasında Levent ile ilgili olarak herhangi bir başvuru yapılmamasını ailesi yanında mutlu olduğuna yorduk.
Ancak onu biyolojik ailesine iade eden koruyucu ailenin yaşadığı büyük üzüntü hepimizi derinden etkilemişti.
****
Elbette her çocuğun biyolojik ailesi yanında büyümesi esastır.
Ama bu; biyolojik aileleri yanında büyüyen her çocuğun daha sağlıklı yetiştirildiği anlamına gelmemektedir.
Aslolan çocuğun bakım, eğitim ve hayata hazırlanması ve onun iyi bir insan olarak yetiştirilmesi için çaba göstermektir.
Bu çabayı ister biyolojik isterse evlat edinen olsun hangi aile başarıyorsa elleri de ayakları da öpülür.
İki günlük bebekken hiç vicdanı sızlamadan sokağa terk ettiği çocuğu kendisini bulduğunda özür dileyerek ona sarılmak yerine, görüşmeyi reddeden canlı (insan demek insanlara hakaret olur) türlerinin de yüzlerine tükürülür.