TÜRK HUKUKUNDA AİLE KONUTU: 80 YILLIK BOŞLUK VE 2001’DE GETİRİLEN YETERSİZ KORUMA
Aile, toplumun en temel kurumu olup barındığı konut da ailenin mahremiyetinin ve devamının doğal güvencesidir. Osmanlı hukukunda aile, hem şer‘î hukuk hem örf hem de kadim uygulamalar çerçevesinde güçlü biçimde korunmuş; aile konutunun satılması, haczedilmesi veya kaybedilmesi neredeyse imkânsız hâle getirilmiştir. Aile evi, bir ailenin varlığının temeli kabul edildiğinden, borç ilişkilerinde dahi mesken en son dokunulan yerdi. Bu güçlü koruma kültürü, toplumsal hayatın temel dayanaklarından biriydi.
Cumhuriyet Döneminde 80 Yıl Boyunca Aile Konutu Hukuken Korunmadı
Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kurulmuştur; ancak aile konutuna yönelik herhangi bir hukuki koruma 1 Ocak 2002’ye kadar getirilmemiştir. Yaklaşık 80 yıl boyunca:
• Aile konutu diye bir kavram yoktu.
• Ailenin yaşadığı konut hukuken korunmuyordu.
• Tek evini kaybeden aileler için özel bir koruma mekanizması bulunmuyordu.
Bu durum, Osmanlı’daki köklü aile koruma geleneğinin tamamen terk edildiğini ve modern kanunlarda aile birliğinin hukuki bir değer olarak görülmediğini göstermektedir.
2001’de Aile Konutu Şerhi Getirildi: Ancak Koruma Son Derece Sınırlı
4721 sayılı Türk Medenî Kanunu 22 Kasım 2001’de kabul edilip 1 Ocak 2002’de yürürlüğe girdi. Bu Kanunun 194. maddesiyle aile konutu şerhi ilk kez hukukumuza girmiştir. Ancak getirilen koruma son derece sınırlı ve pratikte yetersizdir.
Kanun yalnızca şunu korur:
• Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası olmadan aile konutunu satamaz,
• Aile konutu üzerinde tasarrufta bulunamaz.
Kanunun koruduğu tek şey eşlerin birbirine karşı tasarruflarıdır.
Kanun şunları korumaz:
• Aile konutunu alacaklılara karşı korumaz,
• Aile konutuna haciz gelmesini engellemez,
• Konutun icra yoluyla satılmasını önlemez,
• Aileyi dış tehlikelere karşı güvence altına almaz.
Bu nedenle düzenleme, aileyi değil eşleri birbirine karşı koruyan, işlevi son derece dar bir hükümdür.
Yasanın İşlevsizliği: Koruma Zayıf, Sonuçlar Ağır
Bugün aile konutu şerhi bulunsa bile:
• Tek evde yaşayan bir aile,
• Borçlu olan eşin borcu nedeniyle,
• Evin haczedilmesi ve icra yoluyla satılması karşısında hiçbir koruma hakkına sahip değildir.
Sağ kalan eş açısından da durum değişmez; eş öldüğünde bile haciz veya satış işlemleri devam eder. Bu sebeple kanun, aileyi dış tehlikelere karşı koruyan bir düzenleme olmamış; yalnızca sembolik bir şerh niteliğinde kalmıştır.
Osmanlı’daki Güçlü Koruma ile Cumhuriyet’teki Yetersizlik Arasındaki Fark
Osmanlı’da aile konutu:
• Mesken dokunulmazlığı kapsamında korunur,
• Borç sebebiyle satışı en son çare olur,
• Çoğu zaman kadı tarafından engellenirdi,
• Aile konutu vakıf yöntemiyle hacizden tamamen korunabilirdi,
• Aile ve nesil korunması devlet düzeninin temeliydi.
Cumhuriyet’te ise:
• 80 yıl hiçbir düzenleme yok,
• 2001’de getirilen düzenleme son derece dar,
• Aileyi değil yalnızca eşler arasındaki tasarruf işlemlerini koruyor,
• Dış tehlikelere karşı koruma yok,
• Aile tek konutunu kaybedince devletin sağladığı özel bir güvence yok.
Bu tablo, modern Avrupa’dan alınan Medenî Kanun’un aileyi merkeze almayan bireyci yapısı nedeniyle ortaya çıkmıştır.
Sonuç
Aile konutu, Osmanlı’dan beri toplumumuzun en önemli değerlerinden biri olmasına rağmen, Cumhuriyet döneminde bu değer hukuken korunmamış; ancak 2001 yılında son derece sınırlı bir düzenleme yapılmıştır. Bugünkü aile konutu şerhi, aileyi gerçek anlamda koruyan bir mekanizma değil; eşlerin birbirine karşı tasarruflarını sınırlayan, alacaklılara karşı etkisiz kalan dar kapsamlı bir hükümdür.
Ailenin gerçek anlamda korunması için, sosyal devlet anlayışının gereği olarak aile konutunun haciz ve satış baskısı altında kalmaması, Osmanlı’daki köklü uygulamalara uygun daha güçlü düzenlemelerin yapılması zorunludur.