Anadolu coğrafyası stratejik konumu, bereketli toprakları, iklim çeşitliliği gibi sebeplerle binlerce yıldır güçlü devletlerin hedefinde oldu.
Milattan 1000 yıl sonra Türkmenlerin Anadolu’ya yönelik akınları başladı.
Milattan 1071 yıl sonra, Büyük Selçuklu Devleti’nin ikinci hükümdarı Sultan Alp Arslan, Malazgirt Meydan muharebesinde Bizans ordusunu mağlup ederek Anadolu’nun kapılarını Türklere açtı.
Milattan 1176 yıl sonra Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Sultan II. Kılıç Arslan’ın Miryokefalon Muharebesinde Bizans İmparatoru I. Manuil’i mağlup etmesi neticesinde yüz yıl önce Anadolu’ya giren Türkmenler Anadolu’nun tapusunu aldı. Bu tarihten sonra Anadolu Türk yurdu olarak tescillendi.
Anadolu’ya hâkim olan Anadolu Selçuklu Devleti askeri, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve mimari alanlarda büyük reformlar yaptı. Bu dönemde özellikle Hanlar, Kervansaraylar, İmarethaneler, Camiler, Köprüler, Çeşmeler, Medreseler, Darüşşifalar, Kaleler, Anadolu’nun bütün kentlerine ve ticaret yolları üzerine inşa edildi.
Selçuklu döneminde Anadolu kentleri özellikle ‘’Kale Kent’’ olarak inşa edildi.
Kentin stratejik konumuna göre ‘’ Açık Kentler’’ ve ‘’ Kale’nin dışında büyüme odaklı kentler’’ olarak çeşitli yerleşim modelleri oluşturdukları da görülmektedir.
Konya, Kayseri, Antalya, Alaiyye, Sinop, Erzen-i Rum gibi kentler Kale kent olarak ön plana çıkar.
Kırşehir, Amasya, Tokat gibi Ahi teşkilatlarının yoğun olduğu, ticaret ve zanaat merkezi olarak öne çıkan kentler Açık Kent olarak planlanmıştır.
Çankırı, Ankara, Kütahya, Tunguzlu gibi kentler ise Bizans-Selçuklu karşılıklı kültürel, ekonomik ve askeri temaslarının yoğun olması sebebiyle Kale dışında büyüme odaklı kentlerdir. Bu kentlerde tekke, zaviye, darüşşifa, cami gibi kamusal-anıtsal yapılar kalenin dışında planlanarak Türk-İslam kolonizasyon ve yerleşimi ön planda tutulmuştur.
Yerleşim planının detayını incelediğimizde, kale duvarlarının içerisinde Ahmedek, merkezinde Saray, Sarayın bitişiğinde Cuma Camii, Caminin yanında Çarşı-Pazar, Kale duvarlarının dış çevresinde yerleşim yerleri, her yerleşim yerinin merkezinde mahalli camiler ve pazarlar inşa edilmiştir.
Kent yerleşimin merkezinde mescitlerin bulunması Hazreti Peygamber’in İslamiyet’i kabul eden kabilelere mescit inşa etmeleri yönündeki tavsiyeleri ile başlayıp günümüze kadar gelen bir gelenektir. Cuma namazı kılınan ve minberi bulunan büyük mescitlere de Cami denir.
Tarihte bilinen ilk mescit Hz. Peygamber’in yaptırdığı Küba Mescididir. Mescid-i Nebevi bundan sonra inşa edildi. Asrı saadet döneminde Medine içerisinde 20, civar bölgelerde 40 tane mescit inşa edildi.
Müslümanlar yeni fetihlerle topraklarını genişlettikçe yerleştikleri yerlere cami yapmayı, mevcut bir mabet varsa kılıç hakkı olarak camiye çevirmeyi genelek haline getirdiler. Örneğin; Şam, Müslümanlar tarafından fethedilince Aziz İoannes Kilisesinin bir bölümü camiye çevrildi. Bu yapı Emevîler döneminde tamamen yıkılarak Emeviyye cami olarak yeniden inşa edildi.
Abbasiler döneminde camilere mihrap, vaaz kürsüsü, müezzin mahfili, hünkâr mahfili, dış avlu ve şadırvan eklendi.
Karahanlılar mihrap önü kubbesi, alçı süsleme ve zarif minare tekniği ile günümüz camilerine benzer bir model oluşturdular.
Selçuklular döneminde ağaç, taş sütunlar, çini, nesih ve kufi süslemeler yapıldığı, son cemaat mahalli ve mermer kaplamaların ön plana çıktığı tek kubbeli camiler inşa edildi.
Osmanlı ilk dönemlerinde çok kubbeli ve payeli yapılar ortaya çıkmaya başladı. İlerleyen dönemlerde Revaklı avlusu, enine gelişen dikdörtgen mekân ve altı direk üzerine oturan kubbenin yanlarında küçük kubbelerle camilerde genişlik, yükseklik ve ferahlık sağlandı.
Mimar Sinan döneminde Süleymaniye Camii, Selimiye Camii ve Şehzadebaşı Camii gibi camilerin inşa edilmesiyle ibadethane kültürü altın çağına ulaştı.
1530 tarihli Tahrir defterine göre Bursa’da 18 cami ve 130 mescit varlığı görülmektedir.
Hz. Ömer şehirlerde bir tane Cuma Camii olmasını istedi. Emevîler ve Abbasiler döneminde şehrin büyüklüğüne göre birden fazla camii yapıldığı görülmektedir. Türk- İslam devletlerinde özellikle Osmanlı dönemiyle birlikte Hükümdarların, Vezirler, Emirler ve varlıklı idarecilerin camii yaptırma geleneği şehirlere nitelikli mimari özelliklerde camiiler yapılmasına vesile oldu.
Türk-İslam Devletlerinde kentlerin merkezlerine inşa edilen Cuma Camileri ve mahalle merkezlerinde bulunan mescitler, dini ihtiyaçların haricinde siyasi, sosyal ve kültürel ihtiyaçlara da cevap verdi. Yerleşik hayata geçişte camiler kilit rol oynayan camilerde okunan ‘’Hutbe’’ kavramı devlet politikalarının duyurulması, padişahın meşruiyeti açısından önemlidir. Camii cemaati idari ve mali işlerin görüşülmesinde, duyurulmasında, istişare edilmesinde devletin çekirdek yapılanmasını oluşturdu.
İslam şehirlerinde kentin merkezi Camiilerdir. Halk merkezde bulunan camide ibadet yaparken, etrafında oluşan ticarethaneler ve pazarlarda alışverişini yapar, hamamlarda temizliğini sağlar, şifahanelerde tedavi ihtiyaçlarını karşılar, medreselerde eğitimini alır, kütüphanelerde kitap okuma imkânı bulur.
Bunun yanı sıra, cenazesi, taziyesi, düğünü, mevlidi, yağmur duası gibi merasimlerin merkezi de camilerdir.
Bütün ana caddeler kentin sembolü olan merkez camiye (Camii Kebir) çıkar.
Cami; Birbirini tanıyan, birbirinin davranış ve yaşayışını bilen, yardımlaşma ve dayanışma içerisinde bulunmayı alışkanlık haline getiren kişilerin yan yana gelerek bir topluluk oluşmasını sağlar.
Türk ve İslam devletleri; Huzurlu, güvenli ve sağlıklı bir toplumun yaşadığı ideal kent inşasını ancak bu şekilde sağlamıştır.
Günümüzde cami merkezli kent modelinden uzaklaştıkça, ideal şehirleşme yapısının bozulması, buna bağlı olarak suç oranlarının artması, kültürel-mimari yozlaşmanın artması, toplumun birlik ve beraberliğinin azalması kaçınılmazdır.