Conrad Gessner isimli botanikçi 1561 yılında; Güneş alan taş duvarlara yakın sebze ve meyvelerin uzak olanlara göre daha çabuk olgunlaştığını tespit etti.

Conrad Gessner isimli botanikçi 1561 yılında; Güneş alan taş duvarlara yakın sebze ve meyvelerin uzak olanlara göre daha çabuk olgunlaştığını tespit etti.
Meyve bahçelerine inşa edilen taş duvarlar gün boyu güneş ışınlarını ağaçların üzerine yansıtmakta, aynı zamanda ısıyı depolamaktadır. Depolanan ısı güneşin batmasından sonra gece saatlerinde de ağacı don riskinden koruyacak miktarda ısıyı sağlamaktadır. Böylece gün boyunca duvarın güneye bakan tarafında mikro iklim alanı oluşur. Duvarın diğer bir avantajı da kuzey rüzgarlarından ürünleri korumasıdır.
1730 yılında Paris’in Thomery bölgesinde 1500 dönüm araziye dokuzar metre aralıklarla yaklaşık 300 km meyve duvarı inşa edilerek, duvarların arasında yılda 800 ton üzüm üretimi yapıldı.
1870’li yıllarda Paris’in Montreuil bölgesinde 600 km civarında meyve duvarı inşa edildi. Birbirine yakın bu duvarların arasına dikilen ağaçların dışarıya göre 8-12 derece daha sıcak ortamda yetiştiği belirlendi.
1890 yıllarına gelindiğinde meyve duvarlarının arka tarafına yakılan ateşin, ön tarafa inşa edilen bacaları ısıtması ve sonrasında ısınan sıcak su borularının duvarı ısıtması sağlanarak kış şartlarında alternatif ısıtma yöntemleri bulundu. Nihayetinde bu süreçlerden sonra duvarın önüne cam paneller koydular. Daha sonraki dönemlerde duvarları kaldırarak tamamen cam panellerden inşa edilen günümüz seralarına benzer yapılar ortaya çıktı.
Örtü altı yetiştiriciliği ülkemizde ilk defa 1940 yıllarında Antalya ve Mersin vilayetlerinde deneme seralarının kurulmasıyla başladı.
Örtü altında kaliteli ürün yetiştirebilmek için en büyük faktörün bölgesel uygun sıcaklık şartları olması sebebiyle; Antalya, Mersin, Adana, Muğla, Burdur, İzmir, Aydın ve Hatay illerinde ülke seracılığının %92’si yapılmaktadır.
Ülkemizde Antalya vilayeti 308 bin dekar sera varlığı ile birinci konumdadır. İkinci vilayet olarak Mersin’de 227 bin dekar, Adana’da 127 bin dekar seracılık yapılmaktadır.
Ege, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ise Jeotermal kaynak imkanları olan Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Denizli, Balıkesir, Konya gibi vilayetlerde toplamda 10 bin dekar alanda jeotermal kaynak ile ısıtılarak seracılık yapılmaktadır.
Jeotermal kaynak bulunan yerlerdeki Meraların tahsis amacı seracılık yapmak için değiştirilebilmektedir. Jeotermal kaynak bulunmayan yerlerde Meraların tahsis amacını değiştirmek ilgili kanuna aykırıdır.
Ilıman bölge avantajı ve Jeotermal kaynak imkanları olmayan yerlerde Seracılık faaliyetleri yapmanın ekonomik olmadığı görüşü kabul görmektedir.
Seraların içerisinde sıcaklık anında kaybolduğu için ortamı sürekli ısıtmak gerekir. Seralarda ısıtma giderleri bölge iklimine bağlı olarak %20 ile %60 arasında değişmektedir. Akdeniz bölgesinde ısıtma giderleri toplam üretim maliyetinin %24’ünü oluştururken, İç Anadolu bölgesinin yüksek kesimlerinde bu oran %60’lara kadar çıkmaktadır.
Seracılık yapmak için seçilen bölge İç Anadolu’nun bin metre ve daha yüksek rakımlı kesimlerindeyse, jeotermal kaynak kullanma imkânı yoksa, mikro iklim özelliklerine sahip bir alan değilse, bir yılın yarısı kış şartları altıda geçiyorsa, hâkim rüzgâra açıksa, dere yataklarının döküldüğü bir havza içerisindeyse, su imkanları kısıtlıysa o bölgede seracılık yapmak baştan kaybetmek demektir.
Hele ki önümüzdeki 20 yıl boyunca Amerika’dan gemiciklerle taşınacak doğalgazı kullanarak seraları ısıtmayı planlıyorsak, bir de yapımı planlanan bölge Kadim Mera alanıysa bunu düşünen, planlayan, uygulamaya çalışanların vay haline..