2023 Mart yerel seçimlerinde DEM’le yapılan kent İttifakı kapsamında aday gösterildiği Esenyurt’ta seçimi kazanan Ahmet Özer;

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu'nun PKK/KCK'nın mensup ve faaliyetlerinin tespit edilmesine yönelik yürüttüğü 2024/162302 sayılı soruşturma kapsamında üzerine atılı suçu işlediği" gerekçesiyle tutuklanması üzerine görevden uzaklaştırılarak yerine 5393 sayılı Belediye Kanunun 45 ve 46'ıncı maddeleri uyarınca İstanbul Vali Yardımcısı Can AKSOY Belediye Başkan Vekili olarak görevlendirilmişti.

Ahmet Özer’in tutuklanma şoku atlatılamadan bu defa Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca "rüşvet" ve "suç örgütüne üye olmak" suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanması üzerine görevden uzaklaştırılması bazı partililerin de ifade ettikleri üzere beklenen bir gelişme olsa da Rıza Akpolat’ın İmamoğlu’na yakın bir isim olması sıranın İmamoğlu’na geldiği yorumlarının yapılmasına neden olmuştu.

Göreve geldiği günden bu yana hizmet değil mağduriyet tiyatrosunda başrolü kimseye kaptırmayan İmamoğlu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “turpun büyüğü heybede” açıklamasını üstüne almak suretiyle bu yorumlara haklılık kazandırırken aklından bir türlü çıkmayan ve hayallerini süsleyen CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olmayı garantiye alması halinde kendisine dokunulamayacağına inanarak Özgür Özel üzerindeki adaylığının açıklama baskısını arttırdı.

Sanki Ahmet Özer ve Rıza Canpolat hiçbir suçları olmadan tutuklanmışlar gibi ahkâm kesen İmamoğlu bununla da yetinmeyerek soruşturma savcısına ve kendisi ile ilgili davalarda görevlendirilen bilirkişiyi isim vererek tehdit etti.

Geçmişten bildiğimiz BASİT ve AHMAK davalarından mağduriyet masalları anlatacağı bir sonuç henüz çıkmadığından işi garantiye almak için yeni hakaret ve tehditlerle dosya sayısını arttırdı.

Böylece dört elle sarıldığı mağduriyet algısı için gerekli alt yapı hazırlandıktan sonra artık sıra kendisinin CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak açıklanmasına kalmıştı.

İmamoğlu; Özgür Özel’in aylardır “ben teknik direktörüm çift santraforum var zamanı gelince penaltıyı kimin atacağına ben karar veririm” diyerek yürüttüğü sürecin kendisini oyalamaya yönelik olduğunu düşünmüş olmalı ki arkasına aldığı besleme medyası ve de trollerinin tam saha presiyle bunalttığı Özgür Özel’i kendi adaylığını garantiye alacak bir formüle ikna etti.

Parti yönetiminden bazı isimler bunun olumsuz sonuçlar doğurabileceği, adayın yıpratılacağı, bölünme ve küskünlüğe yol açacağı uyarılarında bulunsa da özellikle İmamoğlu'na yakın isimlerin baskısıyla ön seçim kararı alındı.

Buna göre CHP'nin cumhurbaşkanı adayı 1.6 milyon parti üyesinin tercihiyle belirlenecekti.  

Özgür Özel her ne kadar bu formülde Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’la görüşülerek mutabık kalındığını iddia etse de Mansur Yavaş’ın yakın çevresine "Özgür Bey aday belirleme sürecini başlatma kararını ifade etti. Bense önümüzde bir erken seçimin olmadığını, adaylık ilanının bu nedenle erken olduğu söyledim. Genel Başkan bana 'ön seçimle aday belirleme' kararını da iletmedi" diyerek bu formüle katılmadığını ifada ettiği söyleniyor.

Nitekim CHP'ye yakınlığıyla bilinen gazeteci Barış Yarkadaş da Yavaş'ın Perşembe günü “ön seçime katılmayacağını" açıklayacağını iddia etti.

Cumhurbaşkanlığı adaylığını kafasına koyan İmamoğlu’nun bu amacına ulaşmak için parti içinde gereken çalışmaları yaptığını, sahip olduğu devasa İBB Bütçesini ikbal hesapları için nasıl hoyratça kullandığını, Kurultay’ın yapıldığı tatil gününde döviz bürosu açtırıp lüks Vito araçlarla Ankara’ya gönderdiği dövizlerle delegeleri nasıl etkilediğini, kendisine engel olarak gördüğü Kılıçdaroğlu’nu nasıl hançerlediğini gözümüzün önünde yaşanan olaylardan biliyoruz.

Bütün bunlara kontrol altında tutabileceğine inandığı Özgür Özel’in seçilmesi ve etrafının günü gelince kendi yanında yer alacaklarına inandığı ekibi tarafından kuşatılmasını da hesaba katarsanız bulunan formülün Mansur Yavaş’ın denklem dışına itilerek Ekrem İmamoğlu’nun adaylığını garantiye almanın en kestirme yolu olduğunu görürsünüz.

Nitekim büyük çabalarla muradına eren Ekrem İmamoğlu sosyal medya hesabından yayınladığı bir video ile Özel'in açıkladığı cumhurbaşkanı adayını belirleme yöntemini savunarak yaklaşık bir dakikalık bölümde 5 kez CHP parti üyelerinin aday belirlemesinin ne kadar 'demokratik' olduğunu belirterek şunları söyledi;

Bu gidişata dur demek için partimiz yola çıkmıştır. Bu dibe vuruştan kurtulmanın tek yolu seçimdir, erken seçimdir. Bu yüzden genel başkanımız sayı Özgür Özel partimiz için son derece tarihi, son derece DEMOKRATİK bir cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecini başlatmıştır. CHP'nin tam bir milyon 600 bin üyesi ön seçimlerde partimizin adayını belirleyecek. Ülkemiz tarihinde ilk defa yapılacak bu  DEMOKRATİK uygulama yakın geleceğimiz adına büyük devrimdir. Tam bir  DEMOKRATİK devrimdir. 
Bu yüzden partimizin bu kararını en güçlü şekilde destekliyorum. Tam bir cesur  DEMOKRASİ uygulaması olacak olan ön seçimler sadece partimizi, seçmenlerimizi değil, inanıyorum ki ülkemizin tüm  DEMOKRATİK muhalefetini de birleştirecektir. Sandıkta birleştirecektir. 

Kutu kolaya, tuvalet terliğine oy verebilecek kadar sadık seçmenleri için bu masallar inandırıcı olabilir ancak Cumhurbaşkanlığı adaylığını en az İmamoğlu kadar isteyen ve “Son 50 ankete baktığınız zaman hemen hepsinde hem başarı oranları açısından hem de kamuoyu yoklamalarında hep ben birinci çıkıyorum.” sözleriyle cumhurbaşkanlığı adaylığının kendi hakkı olduğuna inanan Mansur Yavaş’ın bu demokratik(!) görünümlü adaylık tiyatrosunun figüranı olacağını zannedenler ciddi bir şok yaşayabilirler.

                                                                                                       

****

Birinci raundu alan İmamoğlu ve ekibi zafer sevinciyle demokrasi güzellemeleri yapsalar da daha maç bitmemiştir.

Zira önseçimin sonucu cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi anlamına gelmiyor. Anayasaya göre adayı CHP'nin TBMM grubu seçecek.

Kim üç sene sonrası için bugünden garanti verebilir. Kurultay öncesi Kılıçdaroğlu’na destek veren delegelerin bir gecede nasıl döndüklerini görmedik mi?

Geçmişte Süleyman Demirel’in de sık sık söylediği gibi siyasette 24 saat bile çok uzun bir süre iken üç yıl sonrası için siyasal rezervasyon yaptırmak Türkiye gerçekleriyle bağdaşmıyor.

Belediye başkanı olduğu şehirle ilgili hizmet yapmaması, damgasını taşıyan bir eserinin olmaması, bütün mesaisini cumhurbaşkanlığı adaylığı için harcaması, verdiği sözlerin büyük bir kısmını yerine getirmemesi, İstanbul trafiğinin içinden çıkılmaz bir rezalete dönüşmesi karşısında hiçbir şey yapmaması, şehir için toplu taşımayı bile becerememesi, İETT rezaletinin dünya basının da bile gündem olması, İstanbul’un su ihtiyacının üçte birini karşılayan Melen Çayına karışan lağım sularını İstanbul’lulara içirmekten rahatsız olmaması, toplu ulaşıma, suya, İspark’a vahşi zamlar yapması, kentsel dönüşüm ve deprem güvenliği ile ilgili olarak kılını kıpırdatmaması, Marmara denizindeki müsilaj tehlikesini umursamaması, Haliç’teki lağım kokusunun İzmir Körfezindeki lağım kokusunu aratmayacak hale gelmesi, verdiği sözlere rağmen sıfırdan başlayıp bir metre dahi metro yapmaması, İstanbul’da görev yapa halk otobüslerine aylardır ödeme yapmaması, yakın ekibinin para destelerinden kuleler inşa etmeleri, mal bildiriminde saklanan villalar ve İstanbul’un imara kapalı en güzel yerlerinde yapılan kacak villalardan haberdar(!) olmaması(!) yanı sıra yaşanacak başka olumsuz örneklerin seçmenlerin karar ve tercihlerini etkileme ihtimalleri gözden ırak tutulmamalıdır.

Cumhurbaşkanlığı adaylığının sanki tek gündem ve sorun gibi görülmesi partinin motivasyonunu düşürebilir, tarafları kutuplaştırır, parti içinde ayrışmalara yol açar. Kaldı ki daha partinin bile Cumhurbaşkanlığı ile ilgili görüşleri, vaatleri ve projeleri ortada yokken İmamoğlu ya da Yavaş hangi gerekçeyle ve neden tercih edilecekler?

Anayasaya göre Cumhurbaşkanı adayı milletvekillerince belirleniyor. Meclis'teki CHP grubu iradesinin bir anlamda ipotek altına alınmasına izin verecek midir? Ön seçimle belirlenen kişi aday gösterilmezse ne olacaktır?

Ekrem İmamoğlu kendisine ve icraatına güveniyorsa neden toplarım yüzbin imzayı aday olurum diyemiyor?

Eserleriyle, icraatıyla, vizyonuyla, seçmenin karşısına çıkarak oy istemek varken Valiye, YSK üyelerine, Savcıya, bilirkişiye tehdit ve hakaret ederek güç gösterisinde bulunan kibir abidesi İmamoğlu için bunların hiç birisi önemli değil nasıl olsa lağım suyu içtikleri halde seslerini çıkartmayan sadık seçmenleri ve de DEM (yani Kandil) var diyebilirsiniz.

Var ama heybede de büyük bir turp var.

O turp DİPLOMA.

Evet, yanlış duymadınız. Ortada ciddi bir DİPLOMA yolsuzluğu var.

Gelin bu konuyu ilk kez gündeme getiren Veryansın Tv Genel Yayın Yönetmeni Erdem Atay’ın “Ekrem İmamoğlu’nun diploma gerçeği” (14 Eylül 2024) yazısından öğrenelim.

“……..İmamoğlu, üniversite sınavına girdi ve kazanamadı, ailesi de onu Kıbrıs’taki bir üniversiteye yazdırdı. O tarihlerde Girne Amerikan Üniversitesi’nde okuyan gazeteci Murat Selamoğlu’yla konuştum. Selamoğlu, “1990’lı yıllarda GAÜ’nün adı University College of Northern Cyprus’dı. Okula sınavla falan girilmezdi, Türkiye’de üniversite sınavına girip barajı geçen herkes 2200 sterlin ödeyince kayıt oluyordu. Lise diploması yeterliydi. Okulda zaten 80 kişi falan vardı.”

Murat Selamoğlu’na sordum, ‘Başka bir üniversiteye geçiş yapılıyor muydu’ diye.

Kendisi yine özel üniversite olan Bilkent’e geçmek istemiş ne yaptıysa olmamış. Kimsenin geçtiğine de şahit olmamış.

Şimdi o dönemin mevzuatlarına bakıyoruz… 

İmamoğlu’nun okuduğu yıllarda, bir öğrencinin yatay geçiş yapması için çok başarılı olması ve denk bir okula geçmesi gerekiyor.

Bir öğrenci, vakıf ya da özel bir üniversitedeyse sadece vakıf veya özel üniversiteye geçiş yapabiliyor, devlet üniversitesindeyse devlet üniversitesine geçiş yapabiliyor. Ve geçişin sağlanması için sınıf birincisi ya da ikincisi olmak gerekiyor, (yani çok yüksek bir not ortalaması yapması gerekiyor) bu da yetmez, geçiş yapacak öğrencinin ÖSYM puanı o geçtiği programdaki en son giren öğrenciden az olmaması gerekiyor!

Yani… 

İmamoğlu özel bir üniversiteden devlet üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi’ne geçiş yapmış. Bu bir kere imkânsız bir şey! 

İkincisi, İmamoğlu sınıf birincisi ya da ikincisi de değil. Not ortalamasının 59 olduğu söyleniyor.

Üçüncüsü, İmamoğlu ÖSYM’yi kazanamamış zaten, geçiş yaptığı bölümün puanına erişmesi mümkün değil!

Kısaca, YÖK GAÜ’ye denklik vermiş olsa bile İmamoğlu’nun geçiş yapması mevzuata göre yine imkânsız!

Ama işin asıl noktası denklik durumu…

İmamoğlu’nun geçiş yaptığı tarihte, yani 1990 yılında Girne Amerikan Üniversitesi’nin denkliği yok! YÖK tarafından onaylanmıyor. 

Bunu belgeleriyle yayınlasak da şimdi üniversitenin 2012 yılındaki Yöneticiler Kurulu Başkan Yardımcısı Asım Vehbi’nin Kıbrıs Postası gazetesine verdiği demece kulak verelim.

Asım Vehbi aynen şunları söylüyor: 

“Dönemin hükümetinden vatandaşlara kadar bu proje (üniversite kurma) bir çılgınlık olarak görüldü. Dolayısıyla insanların böyle bir ortamda proje yaratıp ortaya koyması oldukça sıkıntılıydı. GAÜ’nün formülü, ABD’den bir üniversitenin Kuzey Kıbrıs’taki kampüsü şeklindeydi. YÖK’ten de herhangi bir denkliği yoktu. YÖK denkliği 1993 yılında alındı…”  Daha ne desin adam!

YÖK’ten herhangi bir denkliği yoktu, YÖK denkliği 1993 yılında alındı.

Konu kapanmıştır artık.

İmamoğlu 1990 yılında Girne Amerikan Üniversitesi’nden İstanbul Üniversitesi’ne geçiş yapamaz! Bu ancak iki şekilde olur…

Birincisi siyasi gücün kullanılması…

İkincisi, para gücünün kullanılması…

Ve ikisinde de yapılan iş hukuka aykırıdır.

İmamoğlu üniversite sınavını kazanamamıştır, ancak çok yüksek puanlı bir bölümden mezun olmuştur.

Evet, İmamoğlu’nun bir diploması var! Ama nasıl var!

Ve dün bu hukuksuzluğu yapan bir adam, insanların hakkını yiyen ve hak etmediği şekilde kazanamayacağı bir bölümü okuyup mezun olan bir adam, yarın başımıza geldiğinde ne yapar?”

Erdem Atay yazısını;  “Sayın İmamoğlu, attığım bu ‘iftira’ nedeniyle beni mahkemeye verin!

Verin ki, belki mahkemede yatay geçiş belgelerinizi görürüz.

Ama beni mahkemeye vermezseniz, bu yazıyı kabul ettiğiniz anlamına geliyor. Çıkışınız yok! Ya mahkemeye vereceksiniz ya da mahkemeye vereceksiniz!” restiyle bitiriyor.

Son bir bilgi de Mehmet Acet’ten (19.10.2024/ Haber 7)

“İmamoğlu’nun İstanbul Üniversitesi’ne yatay geçiş yaptığı 1990 yılında, girdiği bölüm olan İngilizce İşletme Bölümü’ne Türkiye genelinde ilk 1000’e giren öğrenciler hak kazanmışlar. 

892 bin öğrenci arasından. 

Yine Haber 7’nin ortaya çıkardığı bilgiye göre o sene İngilizce İşletme Bölümüne 491,826 taban puanla öğrenci alımı yapılmış.  Aynı dönemde İmamoğlu’nun sınavsız okuduğu Girne Amerikan Üniversitesi, Türkiye’deki resmi üniversite yerleştirme kılavuzunda yer almıyordu.

Bir başka deyişle ÖSYM puanı ile öğrenci alımı yapmayan bu üniversite, sınavsız şekilde öğrenci kabul ediyordu.”

İmamoğlu Cumhurbaşkanı adayı olmak istiyorsa artık kabak tadı veren mağduriyet masalları anlatacağına, hakimleri, savcıları, bilirkişileri tehdit edeceğine, mülki amire hakaret edeceğine şu basit soruların cevabını versin!..

Kuzey Kıbrıs’ta sınavsız ve parayı bastırıp girdiği denkliği olmayan bir üniversiten 892 bin adayın girdiği sınavdan ilk bine girenlerin ancak kazanabildiği İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümüne (491,826 taban puanla öğrenci alındı) nasıl yatay geçiş yaptı?

Bu hukuksuz işlemi hangi güç gerçekleştirdi?

Siyasi güç mü?

Paranın gücü mü?