Çankırı’da meydana gelen trafik kazasında iki özel harekat polisi hayatını kaybederken, üç polis de yaralandı. Ancak kazanın ardından yaşanan bir diğer olay, basın özgürlüğü tartışmalarını beraberinde getirdi.
Kazayı takip etmek için olay yerine giden gazetecilere, bazı özel harekat kursiyerlerinin fiziki müdahalede bulunduğu öne sürüldü. Bir gazeteci, henüz görüntü almaya başladığı sırada etrafının onlarca kursiyer tarafından sarıldığını, telefonunun alındığını ve çektiği görüntülerin zorla silindiğini belirtti.
Olay sırasında basın kartını göstermeye çalıştığını ancak buna dahi izin verilmediğini belirten gazeteci, "Sadece görevimi yapıyordum. Tıpkı polis gibi ben de kamu için oradaydım" dedi. Başka bir gazetecinin kamerasına el konulmak istendiği, kayıt kartının alındığı ve görüntülerin silindiği de öğrenildi.
Olay sonrası Çankırı Gazetesinde Çalışan Ramazan Sarıcı bir köşe yazısı paylaştı,
"Bu Ülkede Gazeteci Olmak: Çekemezsin!
Çankırı’da eğitim gören özel harekat polislerinin geçirdiği elim trafik kazasında iki polis kardeşimiz hayatını kaybetti, üç polisimiz ise yaralandı. Olayın kendisi zaten başlı başına acı verici. Ancak bu haberi kamuoyuna, vatandaşa aktarmaya çalışan biz gazetecilerin olay sonrası maruz kaldığı muamele ise bizleri derinden üzdü. Anlıyorum, acınız var, acımız var. Çok üzgünüm.
Bugüne kadar birçok defa bu tür olaylarla, engellemelerle karşılaştık ancak artık bıçak kemiğe dayandı.
Gazeteci olarak görevimizi yapmak, halka doğru bilgiyi ulaştırmak için olayı duyar duymaz kaza yerine gittik. Ben oradaydım çünkü bu benim görevim, ekmek kapım. Tıpkı olay yerindeki polislerin olduğu gibi. Ancak, bazı özel harekat kursiyerleri, hukukun, özgürlüklerin, basın görevinin ne olduğunun farkında değillerdi.
Henüz görüntü almaya başlamıştım ki bir anda etrafımı onlarca özel harekat kursiyeri sardı. Telefonum elimden alındı. Elimizden, kolumuzdan tutulduk, itildik. Basın kartımı göstermek istedim, elimi cebime zor attım. Korkmayın; silah, bıçak taşımam.
Kargaşa büyüdü;
“Ne çekiyorsun, neyi çekiyorsun l*n”
“Çekemezsin l*n!”
“Sen kimsin?”
“Çekmeyeceksin l*n, izin vermiyoruz!...”
Telefonum alındı, çektiğim birkaç kare görüntü zorla silindi. Resmi bir özel harekat polisi beni alandan uzaklaştırmaya çalıştı, telefonumu istedim, zor da olsa aldım. Etrafımı saran onlarca özel harekat kursiyeri tekrar, yüksek sesle, bağırarak ‘Sileceksin l*n o görüntüleri, hepsini temizleyeceksin’ ifadeleriyle bizleri ne yazık ki tekrar üzdüler. Olayın sıcaklığının geçmesini bekledik, gazeteci Mustafa abimizin kamerasına el koymaya çalıştılar, kartını aldılar, ‘Yasak’ dediler. Olaylar daha fazla büyümesin istedik, Mutafa Çelik abimizin de görüntülerini sildik.
Olayın sıcaklığıyla ben o alanda darp edilebilirdim, silahı belinde genç kardeşlerimiz yanlış bir harekette bulunabilirdi. Görevi gereği polislerin daha duyarlı olması gerekirken…
Bir olaya gideriz, jandarma personeli ‘Yasak kardeşim’ der.
Kazaya gideriz, Cumhuriyet Savcısı önümüze gelir ‘Buradakiler yüzlerinin görünmesini istemeyebilir, çekme’ der.
Kamu yararı dışında ne bir haberimi, ne bir tek kare fotoğrafımı, görüntümü görürsünüz. Kamuya, ilimize zarar gelmemesi için zaten çok titiz davranıyoruz.
Biz Kim Miyiz?
Ben kim miyim? Vatandaşımızın, memleketimizin, ülkemizin haber alma hakkını savunan, kamu yararını gözeten, işini onuruyla yapan gazeteciyim. Ve evet, ben de bir kamu görevi yapıyorum.
Ancak görünen o ki, bazı kolluk kuvvetleri hala gazeteciyi “Tehdit” olarak görüyor. Kamera, telefon kaydını “Suç” olarak algılıyor. Oysa demokrasilerde basın özgürlüğü sadece gazetecinin değil, halkın hakkıdır. Bir gazeteciye “Çekemezsin” demek, aslında halka “Gerçeği öğrenmesinler” demektir.
Bu noktada yetkililere, özellikle emniyet ve jandarma teşkilatına bir çağrım var:
Polis ve jandarmanın mesleki eğitimlerine, iletişim, davranış etiği ve basınla ilişkiler de dahil edilmelidir. Devlet adına yetki kullanan hiç kimse, o yetkiyle vatandaşına, hele ki gazeteciye, yayın yasağı olmadığı sürece “Yasak, Çekemezsin” diyemez. Ne yazık ki Çankırı’da bu sorunu bir türlü aşamıyoruz.
Kazalarda, felaketlerde, kriz anlarında basın ve güvenlik güçleri birlikte çalışmak zorundadır. Çünkü ikimiz de kamu için oradayız. Biri olayları kontrol altına alırken, diğeri kamuoyuna doğru bilgi ulaştırmaya çalışır. Bu dengeyi sağlamak, hem demokrasinin hem toplumsal barışın temelidir.
Bugün bana, bize yapılan yarın başka bir meslektaşıma yapılabilir. Ve eğer bu olayın üstü örtülürse, gazeteciler yalnız bırakılırsa, gerçeği konuşmak giderek daha da zorlaşacaktır.
Basına uygulanan şiddet, sustukça meşrulaşır. Biz “Susmayacağız.” Çünkü susarsak, yarın kimse gerçeği öğrenemeyecek."