ÖZEL HABER/ Çankırı’nın yetiştirdiği büyük mutasavvıf ve âlimlerden biri olan Astarlızade Şeyh Mehmet Hilmi Efendi, 1876 yılında dünyaya gelmiş ve hayatı boyunca ilim, irfan ve hizmetle anılmıştır. Küçük yaşta dini hassasiyetiyle dikkat çeken Hilmi Efendi, henüz üç yaşında namaza başlamış, on iki yaşında Kur’an-ı Kerim’i ezberleyerek hafız olmuştur.

Eğitim hayatına büyük bir tutkuyla bağlı olan Hilmi Efendi, İstanbul’da tıp eğitimi almış; bunun yanında astronomi, matematik ve hukuk gibi birçok alanda da kendini yetiştirmiştir. Çok yönlü bir kişiliğe sahip olan Hilmi Efendi; Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce’yi de öğrenerek ilmi ufkunu genişletmiştir.

Ruhani eğitimini ise Nakşibendi şeyhi Seydişehirli Hacı Abdullah Efendi’den alarak tamamlayan Hilmi Efendi, hocasından aldığı icazetle Çankırı’da Büyük Cami civarında irşad faaliyetlerine başlamıştır. Buradaki dergâhında ilim halkaları kurmuş, halkın her kesimine ulaşarak toplumsal birlik ve huzura katkı sağlamıştır.

Dergâhın geçimini kendi emekleriyle sağlayan Hilmi Efendi; marangozluk, çiftçilik ve ziraat işleriyle meşgul olmuş, özellikle elma yetiştiriciliği konusunda örnek bahçeler kurmuştur. Mütevazı yaşam tarzıyla hem müridlerine hem de çevresine örnek olan Hilmi Efendi, her geleni güler yüzle karşılamış, ihtiyaç sahiplerini gözetmiştir.

Ailesiyle birlikte sade bir hayat sürdüren Hilmi Efendi, sadece manevi değil sosyal hayata da katkı sunmuş, eğitime ve zanaata önem vermiştir. Hayatı boyunca kalben zikir yapmış, sünnet-i seniyyeye sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Mevlana, Yunus Emre ve Muhyiddin-i Arabi gibi büyük velilere derin bir sevgi beslemiş; edep, ahlak ve tevazu onun en büyük silahı olmuştur.

17 Şubat 1962’de vefat eden Hilmi Efendi, Sarıbaba Mezarlığı’na defnedilmiş ve cenazesi Çankırı tarihinin en büyük katılımıyla gerçekleşmiştir. Kabri hâlen ziyaret edilen ve dualarla anılan Hilmi Efendi, Çankırı’nın manevi hafızasında yaşamaya devam etmektedir.

Araştırmacı-Yazar Metin Yılmaz;

"Astarlızade Mehmet Hilmi Efendi 1876 senesinde Çankırı’da dünyaya geldi. Babasının adı İsmail, annesinin adı Sıddıka’dır. Annesi Sıddıka Hanım Mehmed Hilmi Efendi Hazretlerine hamile kaldıklarında bir rüya görür: “Rüyada ay yere iner.” Bu rüya bir âlim tarafından “doğacak çocuğun âlim ve evliyadan bir zat olacağını “ yorumlanır. Sıddıka hanım Hilmi Efendiye hamile kaldığı süre zarfında evden dışarı çıkmamış ve hiçbir namahremle görüşmemiştir.

Henüz bebekken gündüzleri annesini emmeyerek oruç tutarlarmış. Üç yaşında namaza başlamış, beş yaşında Kur’an’ı usulüne göre okumayı öğrenmiş, yedi yaşında oruca başlamış, on iki yaşında Kur’an’ı ezberlemiştir. Üç yaşındayken annesi O’nu sabah namazı camiye bırakır, namaz bitiminde alırmış. Kendileri çok güzel Kur’an okurlarmış. Nazar değer endişesiyle ailesi dışarıda Kur’an okutmamış ve Kur’an’ı evde ezberlemişlerdir.

Çocukluklarında diğer yaşıtları gibi oyunlar oynamayarak, kendisinden beklenmeyecek bir olgunlukla hareket ederlermiş. O’nun bu hali annesinin özel ilgi ve ihtimamına sebep olmuş. Annesinin de yardımıyla büyük bir gayretle ders çalışırlarmış.

EĞİTİMİ

Babasının manifaturacı dükkânında çalışmakla birlikte babasından gizli olarak sarf ve nahiv ilimlerini öğrenmeye başlamış. Ticaretten çok irfana meraklılarmış. Annesinin de kollamalarıyla

Büyük Cami etrafındaki medreselerle Mecbur Efendi Medresesi’ne devam etmiştir. Okuduğu ilimler O’nda mevcut olan boşluğu dolduramamış. Çok sevdiği, evliyaullah’tan olan zatların türbelerini ziyaret eder, ruhani bir eğitim almaya çalışırmış. Seydi Köyü’ndeki Hacı Murad-ı Veli Hz’lerinin türbesine her gün giderlermiş. Bu sırada Delail-i Hayrat ve bazı dua ve zikirler için icazet almış.

Babası ile birlikte İstanbul’a mal almaya gittiklerinde orada tahsil yapma imkânı bulmuş. İstanbul’da iki sene tıp tahsili yaparak icazet almıştır. Bundan başka devrin medreselerinde okutulan Astronomi, Matematik ve Hukuk gibi ilimleri öğrenmiş. Tıp tahsilini ilerletirken lisan eğitimine önem vererek Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce gibi dilleri öğrenmiştir. Mehmed Hilmi Efendi’nin torunu şu hatırasını anlatır: “ortaokulda iken İngilizce veya Fransızca dillerinden birini seçmek mecburi imiş. Torunu da devrin en yaygın dili olan Fransızcayı değil de İngilizceyi seçmiş. Üzgün olarak eve geldiğinde dedesi onu teselli ederek İngilizcenin gelecekte önemli bir dil olacağını söyleyerek ilk dilbilgisi kurallarını da bizzat kendisi öğretmiştir.” Mehmed Hilmi Efendi medrese eğitiminin yanında sohbetlere de katılarak ilmini artırmıştır. Ayrıca kendisi bir hattat olup güzel yazı yazarlardı.

GÖNÜL KİLİDİNİN AÇILMASI

İlim öğrendikçe olgunluğu günden güne artar. O zaman kendisinde okuduğu ilimlerle çözülemeyecek bir takım düğümler sezer. Fakat gönül kilidinin açılma zamanı henüz gelmemiştir. Bu gönül yangınına bir de sıla özlemi eklenince Çankırı’ya döner. Bir müddet Mecbur Efendi Medresesi’ne devam ederek akli ve nakli ilimlerdeki bilgisini artırıp icazet alır. Zaman zaman eğitim aldığı medreselerde dersler verir. Bir yandan da manevi hayatını zenginleştirmek için azimetten ayrılmayarak çeşitli dua ve zikirlerle ruhunu gıdalandırır. Gönlündeki volkanı bir nur seli halinde akıtacak, kendisine ledün ilminin anahtarlarını verecek bir mürşid-i kâmil eli beklemektedir.

Bu arada Nakşi Şeyhi Seydişehirli Hacı Abdullah Efendi’den el almış, Seyyid Muhammed bin Ali Dergâhına teslim olmuştur. Gönül kilidi burada açılır. Zahiri ummanla batıni umman birbirine karışır ve Astarlızade Hilmi Efendi hakikat okyanusu olur. Hilmi Efendi bu dergâhta seyr-i sülukunu tamamlar, aynı zamanda şeyhinden hadis ilmini öğrenerek icazet alır. Şeyhi O’na; “benim gözüm senin gözün, benim dilim senin dilin, benim elim senin elin… Bir posta iki aslan sığmaz. Ben Cidde’ye giderek mekân tutayım. Sen burada irşada başla.” Der ve Cidde’ye doğru hareket eder. Şeyhinin bu hac sırasında ruhunu Halık’ına teslim etmesiyle birlikte dergahını Çankırı’ya Büyük Cami!nin yanına taşır ve burada irşada devam eder.

ÇANKIRI’DAKİ DERGÂH

Dergâh üç kattan oluşup, en alt katta post vardır. Bu postta devamlı iki diz üzerinde otururlardı. Orta katta mescit ve odalar, üst katta ise erzak deposu vardır. Üç katlı olan bu bina bir bahçe içerisinde olup Büyük Cami’nin doğu kapısı tarafındadır.

Dergâhın gelirleri; Paşa Köyü’ndeki tarla ve ağaçlardan, Çankırı’daki bir manifaturacı dükkânından ve kiraya verilen bir evden ibaretti. Ailesi ve özellikle gelini Paşa Köyü’nde ziraat, hayvancılık, arıcılık ve elma ağacı yetiştirmekle meşgul olurlardı. Kendisi halkın yoğun ziyaretlerinde köydeki bağ evine çekilir, zamanın bir bölümünü de elma ağaçlarıyla uğraşarak geçirirdi. Yetiştirdiği bu elma bahçesi çevre köylere örnek olmuş, onların kalkınmalarına yardımcı olmuştur. Kendisi marangozluk, ayakkabı tamiri, çiftçilik vb. birçok zanaatlardan anlayıp tutumlu bir şekilde dergâhın faaliyetlerine devam etmesini sağlamıştır.

Korgun Belediyesi’nden Bayramda Halkı Sevindiren Uygulamalar Korgun Belediyesi’nden Bayramda Halkı Sevindiren Uygulamalar

Kendisini ziyarete gelenlere hayır dualarda bulunurlardı. Gelenleri hoşsohbetlerinden faydalandırarak irşada susamışlara irfan pınarından içirmekle meşgul olurlardı. Kendisine hediye olarak verilen herşeyi ihtiyaç sahiplerine dağıtmışlardır.

AİLE HAYATI

Kırk beş yaşındayken kendisinden yirmi beş yaş küçük bir hanımla evlenirler. Esasen dergâhın işleri için bir hanıma da ihtiyaç vardı. Dergâha kadın ziyaretçiler de gelirlerdi. Adeviye isimli bu hanımla evlenmekle muhtemel dedikoduların da önü alınmıştır. Muhittin ve Fatma adında iki çocukları dünyaya gelmiştir. Ayrıca dergâhın kapısına bırakıldıktan sonra büyüttüğü manevi evlatları da vardır.

ASTARLIZADE SOYADI

Kanuni Sultan Süleyman İran seferine (1552) giderken Çankırı’ya uğrar. Herkes bu ziyaretten memnun olarak padişahı ziyarete gelir. Padişah; “beni ziyaret etmeyen kaldı mı?” diye sorar. Hacı Ömer isimli bir zatın halvette olduğu için gelmediği söylenir. Padişah; “o zaman biz onu ziyaret edelim.” der. O vakitler Hacı Ömer Efendi bu günkü dergâhın bulunduğu yerde küçük bir kulübede tefekkür ile meşguldür. Padişah onun huzurunu bozmak istemez. Zatın yüzü ve bedeni beyaz bir astar ile örtülüdür. Padişah bu astarlı zatın huzurunu bozmayalım diyerek oraya cami, medrese ve hamam yapılmasını emreder. İşte Ömer Efendi, Mehmed Hilmi Efendi’nin 450 sene önceki dedesidir. Astarlızade lakabı ve soyadı ondan yadigârdır.

ŞEYH ASTARLIZADE MEHMED HİLMİ EFENDİ (K.S.)

Kendisi sünnet-i seniyyeye tamamı ile bağlı, kemalin en yüksek derecesinde bir edep kandili idi. Nakşibendi şeyhlerinden olup Hanefi idi.

Hiçbir zaman tarikat propagandası yapmamışlar ve hiç kimsenin ayağına gitmemişlerdir. Buna rağmen dergâh her gün ziyaretçilerle dolup taşmıştır. Huzuruna her seviyeden insanlar, hatta çok yüksek düzeyde devlet yetkilileri gelmiştir. Onlara sevgiyi, hoşgörüyü, insanlığı tavsiye ederek başta namaz olmak üzere dini vecibelerini yapmalarını ve Kur’an’a tamamıyla uymalarını istemiştir.

Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi bir insandı. Yunus Emre ve Muhyiddin-i Arabi en sevdiği evliyalardı. Hatta bu yüzden oğlunun adını “Muhittin” koymuştur. Kendileri her an zikirle ve tefekkürle meşgul olurlardı. Zikri de genellikle kalben yaparlardı. Dergâhın alt katında bulunan postunda dizüstü otururlardı. Bir gün gelini ile orada bulundukları sırada gelini odada kimsenin bulunmadığını ve ayağını uzatabileceğini söyler. O ise hiç kimse olmasa bile Allah’ın kendilerini daima gözlediğini söyler…

Vakit namazlarını dergâhta kendisi kıldırırdı. Cuma namazlarını Büyük Cami’de kılardı. Namaz bitiminde halkın elini öpmelerine izin verirdi. Yetimler ve yoksullar en çok ilgilendiği kişilerdi. Cuma günü dergâha dönüşte dergâh avlusunda metfun anne ve babasının mezarlarını ziyaret ederek dua ederdi. Bilhassa çocukluğunda kendisine büyük yardımları dokunmuş olan annesine çok hayır dualarda bulunurdu.

Şifa arayan bir çok kimse dergâhına gelirdi. Samimi bir kalple gelenlerin çok defa iyileştiği canlı şahitlerle sabittir. Dergâha dışarıdan yardım kabul etmez, kendisine intisap eden müritlerini giydirir, yedirir ve bir iş verirdi. Kendileri çok az yemekle yetinirlerdi. En çok sevdiği şeyler çay ve elma idi. Besinler konusunda şöyle derdi:

Koyun eti kimya,

Bal binbir derde deva,

Limon küçük eczane,

Elma kana deva.

ESERLERİ

Tespit edildiği kadarıyla biri yarım defter olmak üzere değişik boyutlarda, te’lif ya da tercüme; Arapça, Farsça ve Osmanlıca eserleri yanında bir de on ciltlik defter halinde el yazması eseri vardır. Bir kısmının üzerine etiketle latin harfleriyle isimleri yazılmıştır: “İnsan-ı Kamil Tercümesi”, “Mevlüt”, “Münacaat”, “Her Şeyin Özeti”. Ayrıca çeşitli dua kitaplarının arasında ve sayfa kenarlarında yazılmış şerhler (açıklamalar) da mevcuttur.

VEFATI

Vefatından iki ay öncesinden itibaren bir şey yemeyerek içerisinde bir dünya nimeti bırakmamak gayesiyle bir deri bir kemik haline gelecek şekilde kendisini hazırlıyor. Halsiz ve yorgun düşüyor. Bir şey yemediğinden yaşamasının bir mucize olduğu doktorlar tarafından söyleniyor. Ancak bir gün yüzü örtülü ve gözleri kapalı olduğu halde ağzını oynattığı görülüyor. Hizmetinde bulunan gelini Sabiha Hanım, ağzının arasından bakıyor ve görüyor ki ağzında bal var. Kendilerine hiçbir gıda verilmediğini bildiği için gözlerini açtıklarında soruyor ve manevi âlemce beslendiği müşahede ediliyor. Hastalığı ve halsizliği arttıkça kendisine yerini kimin alacağı soruluyor. O da kendisinin bu halkanın sonu olduğunu, hayatlarıyla mematları (ölümleri) arasında fark olmayacağını söylüyor. Ruhaniyetlerinin her an tasarruf halinde olacağını hatta hayattakinden daha çok tasarruf edeceğini ifade buyuruyorlar.

Vefatlarına sebep olan hastalık sebebiyle beş gün ihvanının yanına çıkamadılar. Nihayet güzel bir ölümle ecel şerbetini içtiklerinde tarih 17 Şubat 1962 idi. Ertesi gün vefat haberi duyulduğunda yer yerinden oynadı. Çankırı nüfusu bir anda katmer katmer arttı. Türkiye’nin dört bir yanından insanlar akın akın Çankırı’ya geldi. Askeri erkân da cenaze törenine üst düzeyde katıldı.

Merhumun cenaze namazı o güne kadar görülmemiş bir kalabalıkla Büyük Cami avlusunda kılındı ve Sarıbaba Mezarlığı’na (Fatih Camii karşısına) defnedildi. Kabirleri her gün çok sayıda ziyaretçiler tarafından ziyaret edilmektedir.

Mezar taşında emekli bir hâkimin şu mısraları vardır:

Ta rahm-i maderde mahremiyete,

İtina ederdi, bakın hilkate,

Doğunca dünyaya bu pak-i tıynet,

İlimle kemalden aldı hüviyet,

Mürşid-i Kamilin müridi oldu,

Mürşidinden sonra irşada daldı,

Nakşi Tarikatını eyleyen ibka,

“Mehmed Hilmi” bu zat-ı vala,

Bin iki yüz doksan ikide doğdu,

Nefs-i emmareyi temelden kovdu,

Seksen altı sene muammer oldu,

Zevk ile safayı irşadda buldu,

Bu huruf-u tarih-i anı vefatın,

Fatiha ruhuna bu ali zatın.

Hayatı boyunca hizmetinde bulunan oğlu, gelini ve torunları tarafından dergâh işletilmiştir. Özellikle Hilmi Efendi’nin vefatından on yıl sonrasına kadar büyük zorluklarla karşılaşıldı. Paşa Köyü’ndeki tarlalar satılmak pahasına kimseden yardım istenmeden bu günlere gelinmiştir. Oğlu Muhittin Astarlı’nın vefatından sonra bütün yük gelini Sabiha Hanıma kalmıştır. Sabiha Hanımın vefatından sonra ne yazık ki dergâh kapanmıştır."

Kaynak: Berkay Tozlu